25 Aralık 2010 Cumartesi

Film: Awake

Başrollerini Hayden Christensen ve Jessica Alba'nın oynadığı film, ülkemizde Anestezi adıyla gösterime girmişti.

2007 yılında çekilmiş film, anestezinin etkisinden kurtularak ameliyat esnasında etrafında yaşanan her şeyi duyan ve hisseden bir adamın hikayesini anlatıyor. 

Konusu çoğu kaynakta böyle aktarılan film, aslında bir anestezi farkındalığından ziyade başroldeki karakterin yaşadıklarını anlatan bir dram filmi. Tıbbi açıdan büyük beklentilerle izlemeyiniz. 

Öte yandan Awake, başta salt bir dram filmi olacağı fikrini aşılarken sonradan heyecan ve gerilim içeren öğeler sunarak seyir keyfini artırıyor. Tabii filmin son derece "sinopsis" odaklı olduğunu söyleyebiliriz, bu açıdan çok derin bir senaryo beklememek gerekiyor.

Sakin bir haftasonu gecesinde, minimum beklentiyle keyif alarak seyredebileceğiniz bir film Awake. Ben de öyle yaptım. Sevdiceğime buradan teşekkür ederim :)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Muhtelif: Enteresan Alışverişler

Yeni yıl yaklaşırken mağazalarda ilginç indirimler yapılıyor. Mediamarkt'ta bir adet PS3 oyunu alana ikincisi yarı fiyatınaydı. Kendime çok cazip gelen bir oyun görmediğim için almadım ama çoğu oyunda bu fırsat geçerliydi.Yine D&R'da, PS3 oyunları dahil bir çok oyunda yarı fiyat uygulaması gördüm. Hatta oldukça düşük fiyatla (39TL) satılan bir oyunu (ki hiç de fena bir oyun değildir), 50% indirimle yarı fiyatına (19TL) satına aldım. Bu zamanda 19TL'ye PS3 oyununu kim nerede bulmuş :D

Velhasıl, hava soğuk diye erinmeyin, dışarı çıkın dostlar. Sene bitmeden stoklarını eritmek isteyen bir sürü mağaza var!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Muhtelif: Bitti bitti, hepsi bitti!

Sıkça maruz kaldığım bir diyaloğu paylaşmak istiyorum:

X- Okuyor musun?
T- Bitirdim.
X- İyi iyi, maşallah. Hangi liseyi?
T- Üniversiteyi. İzmir ekonomi üniversitesi.
X- Hadi ya, iki yıllık mı?
T- Hayır, dört yıllık. İktisat.
X- Ooo, ne güzel. Desene askerlik gelmiş.
T- Onu da yaptım ben.
X- ?!? Kusura bakma genç gösteriyorsun ya ondan sordum...

Sözün özü, bu diyaloglara gire gire yaşlandım artık. Ama hala genç gösteriyorum.

5 Aralık 2010 Pazar

Oyun: Call of Duty Black Ops

PS3 aldığımdan beri PC'yi boşladığımı söylesem yalan olmaz. Lakin her oyunu da PS3 için almıyorum, PS3'e özel oyunları tercih ediyorum. Black Ops'u PC'de oynadım, ufak aralar vererek birkaç günde bitirdim. Kısaca yorumlarımı belirtmek istiyorum.

Öncelikle şu ayrımı yapmamızda ve hatırlamamızda yarar var: Call of Duty serisinde bazı oyunlar Infinity Ward, bazı oyunlar ise Treyarch firması tarafından üretildi. Örneğin bundan önceki iki Modern Warfare oyunu Infinity Ward tarafından yapılmışken, Black Ops Treyarch'ın ürünü.

Black Ops, sayılı ve akılda kalıcı keyifli anlar yaşatmasına ve bütün olarak gayet sağlam bir oyun olmasına rağmen, her bölümde farklı bir olaya atlayan bir kitap gibi ilerliyor. Son zamanlarda bunu bir çok oyunda yapıyorlar ama Black Ops'da tadını biraz kaçırmışlar; sonlara doğru anlatımı güzelleşen hikaye genellikle oyuncuyu yoran bir yapıya sahip.

Infinity Ward'ın elinden çıkan CoD oyunlarında mesafenin uzaklığını, mühimmatın azlığını veya hayati tehlikeyi çok daha iyi hissediyoruz (Bahsettiğim o savaş duygusunu son Medal of Honor oyunu bile göreceli olarak iyi yaşatıyordu). Black Ops'da ise bu duyguyu bulmak zor, sürekli değişen bölümler ve durmak bilmeyen tempo adeta bir Rambo filmini anımsatıyor. Birkaç sakin sahne ve üç beş düşman askerini gizlice yaklaşarak öldürmemiz de bu durumu kurtarmıyor.

Sonuç olarak Black Ops, keyifli ve tarz sahibi bir oyun. Oynadığınıza pişman olmayacağınız bir eser. Lakin Infinity Ward da Treyarch'ı döver. Tayfun out.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun: Batman Arkham Asylum

Ne güzel komşumuzdun sen akut faranjit. Geçmiş olsun dileklerinizi esirgemeyiniz diyerek yazıma başlıyorum. Nihayet Batman hayranlarını tatmin edecek, zevke getirecek, doyuma ulaştıracak (bunun sonu nereye gidiyor? :D) bir oyunla karşı karşıyayız.

Batman Arkham Asylum, sadece Batman fanatiklerini değil, aksiyon ve platform karışımı oyunlardan hoşlananları memnun edecek kadar güzel bir oyun olmuş. Bir yandan hikayeyi takip ederken, diğer yandan etrafa saçılmış küçük bulmacaları çözmek ve detayları keşfetmek oldukça keyifli.

Unreal Tournament 3'ün grafik motorunu kullanan ve hakkını veren, cıvıl cıvıl hatta vıcık vıcık capcanlı grafikleriyle Batman Arkham Asylum, PC'de olduğu kadar PS3'te de keyifle oynanabilecek bir oyun (nitekim ben PC'de oynarken, özellikle Scarecrow bölümünde God of War lezzeti aldım ve bir PS3 oyunu oynar gibi oldum).

Notum 10 üzerinden 8'dir. Hatta Batman hayranları rahatlıkla 9/10 not verebilir.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Alet Edevat: Sony Playstation Move

Kurban bayramınız mübarek olsun! Memleketim Eskişehir'deyim, bayram arifesindeki keyfim Playstation Move ile perçinlendi! Nihayet PlayStation 3 sahibi oldum. İyi de nereden çıktı bu? Gelin hep beraber müşkülpesent Tayfun'un PS3 macerasını okuyalım.

Malum, PS3 çıkalı çok uzun zaman oldu. Hatta neredeyse dört yıl geçmiş olması beni dehşete düşürdü. Uzun bir süre PC oyuncusu olarak devam ettim çünkü sağlam bir bilgisayarım vardı ve PS3 için çıkan çoğu oyunu PC'de oynamak mümkündü. Hala da mümkün ama sadece PS3'e çıkan (PS3 Exclusive) oyunlar giderek arttı. Metal Gear Solid 4, God of War III, Uncharted bunlardan bazıları.

Bu sene güzel kampanyaların yapılmasıyla "Acaba ben de mi alsam yahu?" demeye başladım ve fiyatları araştırdım. Herhangi bir ekstrası olmayan 120Gb Slim modelin 549TL'ye varan kampanyalarla satıldığını duydum ama göremedim, mağazaya gidene kadar bu sınırlı stok ürünleri tükeniyordu.

Bunları saymazsak, şu anda fiyatlar çeşitli model paketleri için 749TL-839TL civarında seyrediyor. Bu paketlerin içinde ikinci Dual Shock kumandası veya ekstra bir oyun bulunuyor. Bense bugün Eskişehir Mediamarkt'tan 320Gb Move starter pack aldım ve kesinlikle ödediğim 749TL'ye değdiğini düşünüyorum. Bu paketin içinden hem 320Gb diskli Slim (ince) model, hem de Move kontrol çubuğu ve Eye kamerası çıkıyor. Bu Move pakedinin 149TL'den satıldığını hesaba katarsak, 320Gb slim modeli 600TL'ye almış oluyorum ki bu da güzel bir fiyat oldu benim için.

Yorumlarıma gelince: Beraberinde gelen demo diskin içinden çıkan dokuz oyun, bütün bir akşam boyunca bütün ailenin eğlencesi oldu. Masa tenisinden golfe uzanan çeşitli oyunlar gerçekten çok eğlenceli, üstelik Nintendo Wii'yi ikiye katlayıp dörde bölen grafiklerle bu tecrübeyi yaşamak muhteşem bir keyif haline geliyor. Move sistemi basit bir nişan yöntemi olmaktan öte, mesafenize ve tutuşunuza kadar hareketlerinizi birebir algılıyor.

Tüm bunların yanında, henüz hiç tatmadığım normal PS3 zevki var tabii. Onu da göreceğiz.

Sözün özü Sony PlayStation 3; Move sistemi, muhteşem görselli oyunları, kablosuz kontrol keyfi, 7.1 ses desteği veren Bluray Disk oynatma kabiliyeti, sabit sürücüsü ve internet bağlantısıyla ödediğiniz her kuruşu hak eden bir eğlence sistemi. Edinin!

11 Kasım 2010 Perşembe

Oyun: James Bond 007 Blood Stone

Oyun piyasasını takip edenler, "filmin oyunu" deyince durup bir düşünürler. Filmlerden esinlenilerek yapılan bilgisayar oyunları, bugüne kadar genellikle sığ, hantal ve yenilik getirmeyen yapımlar olarak sunuldu önümüze. Elbette bu durumun istisnaları vardı, Blood Stone paçayı kurtararak bu istisnalar arasına giriyor.

007 Quantum of Solace'ı oynamışsanız; Daniel Craig'in oynadığı ilk iki Bond filminden seçilmiş, hatta yer yer yapımcıların kafalarına göre değiştirilmiş bölümleri hatırlarsınız. Filmleri izlemişseniz size yeni hiçbir şey sunmayan Quantum of Solace, çabucak oynayıp unuttuğunuz kısacık bir oyundu.

Blood Stone ise, yeni bir senaryoyla karşımıza çıkıyor. Bu başlar başlamaz haneye bir artı olarak yazılıyor, Daniel Craig'in oynadığı yeni bir Bond filmi izler gibi oluyoruz. Aksiyonun ve vuruş hissinin güçlendirildiği oyun; gizlice öldürme hareketlerinden, ağır çekimde düşmanı yere sermeye garantili atış haklarına kadar bir çok yönüyle Splinter Cell: Conviction oyununu andırıyor. Bu kötü bir şey değil, çünkü her türlüsüne razı olduğumuz bir oynanış şekli, enfes bir casusluk tecrübesi.

Oyunun bir kısmı, İstanbul'da tüp geçit inşaatında geçiyor. Burada İstanbul'un şantiye atmosferini doyasıya yaşıyorsunuz, yani şehrin gürültülü ve itici havası gayet mevcut. Öte yandan siviller ingilizce konuşuyor ve ortam biraz fazla doğulu görünüyor, İstanbul ve Fas karışımı bir tat var. Keşke daha çok özenselermiş.

Bir de casusluk ve gizlilik kısmı ne yazık ki biraz yavan kalmış, sırtınızı bir sipere dayadığınız sürece sürekli ortalığı birbirine katarak rahat rahat ilerleyebiliyorsunuz. Bir de sürat teknesi ve Bond otomobili kullanabildiğiniz bölümler var, bunlar sıradışı olmasa da keyif veren unsurlar.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, hele bir de Bond hayranıysanız, gayet eğlenceli bir oyunla karşı karşıyayız. PS3 gibi konsollarda joystick ile çok keyifli bir macera olacaktır, PC başında da aşağı yukarı aynı zevki klavye ile alabilirsiniz.

Oyuna puanımızı da verelim, bu sefer göreceli bir puanlama yapalım. Zor beğenen biriyseniz 6/10, aksiyon seviyorsanız 7/10, James Bond seviyorsanız 8/10!

1 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun: Fifa 11

Uzunca bir süre boyunca, bazılarımız için Fifa serisinin en güzel oyunu Fifa 99 olarak kaldı. PES adıyla bilinen Pro Evolution Soccer serisi ise birkaç sene öncesinde tavan yaparak futbolseverlerin gönlünde taht kurdu. İşte PES serisi o tavanı öyle sert inşa etmiş ki, son zamanlarda ötesine bir türlü geçemiyor.

Bu gidişatı fırsat bilen EA Games, çok uzun zaman önce yapması gereken bir işi ilk defa yaptı, konsollarda kullandığı yeni nesil grafikleri bilgisayar ortamına da aktardı ve gerçekten keyif veren bir futbol dinamiği sunan Fifa 11'i bizlere verdi.

Sonuç olarak klavye ve oyun çubuklarınızı (joystick demek isterdim ama Türkçe konuşmak lazım) heyecanla titreteceğiniz, cıvıl cıvıl ve ince detaylarla dolu bir futbol oyunu var karşımızda.

Fifa serisinden uzak duranlar, bu sene Fifa'ya bir şans verebilirsiniz. Hepimiz on biriz!

25 Ekim 2010 Pazartesi

Oyun: Medal of Honor

Gavurların FPS diye tabir ettiği, olayları karakterin gözünden yaşadığımız oyunlar "Call of Duty: Modern Warfare" ile yeni bir milat yaşamış oldu. Yıllardır İkinci Dünya Savaşı'nı işleyen Medal of Honor serisi de bu oyunla beraber, değişime ayak uydurmak zorunda kaldı.

Yeni Medal of Honor oyununu oynadığınız ilk bir saat içinde, MW kopyası olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Kritik bir mekana girildiğinde zamanın yavaşladığı sahnelerden, takım ruhuna dayalı ilerleyen oynanışa kadar birçok öğe size MW oyunlarını hatırlatacak.

Lakin sabırlı olup oyunu bitirmeye niyetlenirseniz çok güzel ve gerçekçi bir operasyonu, çeşitli açılardan (ki helikopter kullanarak mermi yağdırdığınız bir bölüm bile var) deneyimleme şansınız oluyor.

Medal of Honor, Call of Duty serisine göre fazlaca terörist öldürmeye dayalı bir oyun olmuş. Bazen tek bir siper noktasından yüze yakın düşmanla savaştığınız olacak (Özellikle Shaikot vadisinde yaşanan kapana kısılma macerası gerçekten soğuk terler döktürüyor). Bu açıdan Medal of Honor hala bir savaş oyunu olmayı sürdürüyor, Modern Warfare serisinde taktiğe dayalı operasyonlar ön plandaydı.

Medal of Honor, size tek bir operasyon sunuyor. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu size bırakıyorum, çünkü Modern Warfare her biri başka bir diyarda geçen operasyonlardan oluşuyordu ve zaten kısa olan oynanış süresi yüzünden bazı bölümlerin tadı damakta kalıyordu. Medal of Honor ise, aynı şekilde kısa olmasına rağmen tek bir operasyonla dağda taşta terörist avlamaya doyuruyor insanı. Özellikle sonuna doğru derinleşen hikayesi ne yazık ki başlangıçta çok sığ ilerliyor, bu da önyargıları olan insanların çokluğu açısından felaket bir durum.

Adeta oyunu övmüş gibiyim, biraz da yerden yere vurmalıyım. Medal of Honor, baştan sona sınırları fazlaca belli eden, her tarafın görünmez duvarlarla kaplı olduğu; küçük bir hendekten aşağı atlayamadığınız ve bu sebepten dolayı aşağı inmek için patikayı kullanmaya zorlandığınız bir oyun. Modern Warfare serisinde sınırlar varsa bile bu denli belirgin ve bunaltıcı değildi, küçük bir taş parçasının üzerinden atlayamamak insanı çileden çıkarıyor bazen.

Aynı şekilde Modern Warfare serisinde ayarında ve ustaca kullanılmış grafikler varken, Medal of Honor zaman zaman tuhaf yansımalar, yeterince etkin kullanılmamış kabartma ve gölgeleme efektleriyle; birtakım grafik hileleriyle oyuncuyu aldatmaya çalışıyor. Modern Warfare'in ustaca kullanılan oyun motoru, ara sahneleri bile oyun grafikleriyle sunuyordu bize. Elbette bu söylediklerime rağmen, Medal of Honor gayet iyi görünüyor ve akıcı bir şekilde çalışıyor.

Burada en dikkat çeken nokta şu; Modern Warfare gibi daha ilk bölümlerinden sizi bir atom bombasının patlamasına şahit eden bir oyunu oynadıktan sonra, Medal of Honor yavan ve sıradan gelebilir ama Modern Warfare'i bir kenara koyup oynamaya koyulduğunuzda çok keyif alabileceğiniz bir oyun Medal of Honor.

21 Ekim 2010 Perşembe

Oyun: Dead Rising 2

Bu aralar piyasaya çok güzel bilgisayar oyunları çıkıyor aslında. Fırsat buldukça bu oyunları deniyorum lakin bazı dönemlerde buraya yazı yazmaya üşeniyorum veya yazacağım yazılar konusunda fazlaca seçiçi oluyorum.

Hal böyleyken bile görmezden gelemeyeceğim, yazmadan edemeyeceğim bir oyun var. Dead Rising 2. Neden iki, ilk oyuna ne oldu diyebilirsiniz; ilk oyun PC'ye çıkmadı ve ben hala bir PS3 sahibi değilim. İkinci oyunu PC'de deneme şansı buldum ve fazlaca keyif aldığımı söylemeliyim.

Dead Rising 2, zombilerin günlük yaşamın bir parçası haline geldiği bir dünyada geçiyor. Bunu, oyun başlar başlamaz iki yanına testere takılmış motosikletlerle zombileri biçtiğiniz bir gösteride yer almanızdan anlıyorsunuz. Daha sonra bu zombiler kontrolden çıkıyor ve maceranız başlıyor.

Oyunun amacı, ordu yardıma gelene kadar hayatta kalmak ve diğer hayatta kalanları bulup sığınağa getirmek. Daha önceden ısırılmış olanlar, zombiye dönüşmemek için üretilmiş olan bir ilacı her gün kendine enjekte etmek zorunda, karakterimiz Chuck'ın kızı da bu bahtsız kişilerden biri. Yani yaşam mücadelenize, kızınızı yaşatma mücadeleniz de ekleniyor.

Vasat bir televizyon filmi senaryosuna sahip bu oyunu ilginç yapan şey ise, elbette oyunun oynanış tarzı. Oyunun geçtiği mekanlarda onlarca hatta yüzlerce zombi var, hepsi de biraz yaklaştığınız an size saldırıyor. Siz de elinize ne gelirse silah olarak kullanarak onları öldürüyorsunuz. Bu "elinize ne gelirse" kısmı gerçekten takdire şayan, çünkü yazarkasalardan çöp tenekelerine, döner bıçaklarından kızılderili mızraklarına, ateşli silahlardan dinamitlere kadar her şeyi kullanabiliyorsunuz. Dahası bu silahları belirli şekillerde birleştirebiliyorsunuz, örneğin çift yönlü rafting küreğinin uçlarına elektrikli testereler bağlayarak dehşet saçmanın tadına doyulmuyor.

Bütün bunların yanına, gaza getiren müzikleri ve seyiri keyifli grafikleri de eklersek gerçekten bağımlılık yaratan bir oyun çıkıyor karşımıza. Dead Rising 2, kusurlarına hatta saç baş yolduran özelliklerine rağmen (ki sırf oyunu deneyin diye onlardan bahsetmiyorum) saatlerce oynanabilecek, sizi oldukça eğlendirebilecek bir oyun.

Verdiğim puan da 8/10. Deneyin!

8 Ekim 2010 Cuma

Film: Machete

Aslında Machete karakterinin özü eskilere dayanıyor, Desperado filminde yine Danny Trejo tarafından canlandırılan soğukkanlı bıçakçıyı hatırlarsınız. Tabii o filmdeki karakter kısa zamanda hakkın rahmetine kavuşuyordu, fakat yapımcı ve yönetmen Robert Rodriguez tiplemeyi öyle beğenmiş olmalı ki, birkaç yıl önce Grindhouse filminde sahte bir fragman ile Machete karakterini yarattı.

Machete kesinlikle meymenetsiz suratına ve iri yarı cüssesine hayran kalacağınız bir figür. Bön bön bakması ve başladığı her işi bitirmesi Machete'nin başlıca özellikleri.

Ucuz filmlerde kullanılan her türlü öğenin (vahşet ve cinsellik) kasıtlı olarak abartıldığı bu enteresan yapım, kimi vahşi sahnelerde gülmenizi bile sağlıyor (ağzınızla olmasa bile). Tarzı sevenler için (ki böyle bir tarz varsa) eğlenceli bir seyirlik. Neredeyse saçmalık. Ama "Adamlar ne biçim film çekmiş" dedirtecek kadar eğlenceli!

Puan olarak da 6/10 veriyorum bu çılgın filme. "Machete don't text!"

Oyun: Condemned - Criminal Origins

Condemned, birkaç sene evvel piyasa sürülmüş olan bir FPS oyunu. Özelliği ise, cinayetle suçlanan bir FBI ajanı olarak bir yandan kriminoloji cihazlarıyla araştırma yaparken diğer yandan saldırganlarla savaşmak. Bu savaşı ilginç yapan da, silah olarak etrafta bulduğunuz hemen her şeyi kullanabilmeniz.

Peki bu lineer, ikinci sınıf televizyon filmi tadındaki senaryoya sahip oyunu neden onuncu kez oynuyorum? Çünkü gaz borusu, levye, metro levhası veya dolap kapağı kullanarak adam dövmeye doyamıyorum. Psikopat olabilirim lakin Condemned, nefes kesen yakın dövüş sahneleri için bir kere denemeniz gereken bir oyun.

Ayrıca Condemned 2, sadece Playstation 3 ve Xbox 360 için piyasaya sürüldü. PC'de oynamak hala nasip olmadı. Çok içimde kaldı bu. Bir gün ben de PS3 alacağım.

7 Ekim 2010 Perşembe

Film: Predators

Predator, çocukluğumda beni etkilemiş bilimkurgu filmlerinden biridir. Çocukken aklımızın sadece "Arnold Civardagezer oynuyor hacı, çok süper film" diye yorumlamaya yettiği film; hayatta kalma içgüdüsünü, kaçan veya kovalanan olma psikolojisini, heyecanlı ve bir o kadar da yalın bir şekilde anlatan filmlerden biri olmuştur. Film aynı zamanda, uzayda varlığını sürdürüyor olabilecek diğer yaşam formlarının bile bir vicdan muhakemesine sahip olabileceğine dair umudumuzu pekiştirir; Predator savunmasız ve silahsız insanlara zarar vermiyordu (Hatta Danny Glover ile çekilen devam filminde, hamile olduğunu fark ettiği kadını öldürmekten vazgeçiyordu).

Aslında ilk filmi anlatan oldukça uzun bir giriş paragrafından sonra, yeni çekilen Predators filminden bahsetmek istiyorum. Aslında söyleyebileceğim fazla bir şey yok, çünkü fazlasıyla ilk filmin mirasından yiyerek ayakta kalmaya çalışan bir film olmuş Predators. Dikkatli izlerseniz, henüz göremedikleri Predator'ün varlığını ilk sezdikleri sahne ve hatta orada kullanılan müzik bile ilk filmdeki sahneyle birebir benzerlik taşıyor. Orijinale sadık kalmak ile orijinale sığınmak arasındaki farkı ayırt edebilmek gerek.

Bunun dışında filmin genel olarak sağlam bir iskeleti olduğunu söyleyebilirim, savaşçı ruhlu bir dizi karakterin av amacıyla seçilmiş olması güzel bir fikir. Lakin kemiklerinin iri olması, kişinin illa ki kaslı olduğu anlamına gelmez; yani bu sağlam iskeletin üzerinde hantal bir işleyiş sunuluyor önümüze. Bununla birlikte, başrol için Adrien Brody'nin seçiminin fazlasıyla deneysel kaçtığını düşünüyorum.

Sözün özünde, filme puan olarak 5/10 veriyorum, o da ilk filmin hatırına. Hatırda kalacak fazla sahnesi olmayan, orta karar bir yapım olmuş Predators. Sadece hayranlarına tavsiye edilir!

Oyun: Deus Ex

İnternetten ve ana bilgisayarımdan uzak kaldığım bir hafta geçiriyorum. Bu süreçte oyalanmak için bir oyun oynamak istedim ve bundan on yıl önce piyasaya sürülmüş olan Deus Ex oyununda karar kıldım. Deus Ex öyle bir oyun ki, henüz eğitim bölümündeyken bir robotun makineli tüfek saldırısına uğrayıp bacaklarınızı kaybedebiliyor, zar zor bir duvarın arkasına saklanıyor ve kısa bir süre sonra yine aynı robot tarafından öldürülebiliyorsunuz; bu da "Başlarım böyle oyuna!" diyerek bilgisayarınızı kapatmanıza sebep olabiliyor. Nitekim bu oyunu oynamakta bu kadar gecikmemin sebebi budur; başlangıçta öyle çok detaya boğuluyorsunuz ki sabretmezseniz alışamıyorsunuz.

Ancak alıştıktan sonra Deus Ex çok keyifli bir macera halini alıyor; bilgisayarlar sistemlerinin içine sızıp turret'lerin düşmanlara saldırmasını sağlayabiliyor, güvenlik kameralarını etkisiz hale getirebiliyor, yeteneğiniz elverdikçe bütün kilitli kapıları açabiliyor ve bir hedefe birden fazla yolla ulaşabiliyorsunuz. Bu saydıklarım bugün sıradan gelebilir ama on yıl önce Tomb Raider 3 vardı, Quake II vardı, Fifa 2000 vardı. 

Unreal grafik motoruyla yapılmış ve böyle bir oynanış vadeden Deus Ex, şimdi bile emektar laptopunuzda denenmeyi hak eden bir oyun.

5 Ekim 2010 Salı

Film: Minority Report

Hep yenileri mi yazacağız? Nostalji de lazım bazen, lakin Azınlık Raporu çok da eski bir film sayılmaz. Spielberg'in yönettiği bu güzide filmi tekrar izledim. İlk izlediğimde lisedeydim. İnsan ne kadar büyüdüğünü, ne kadar olgunlaştığını da bir filmi yıllar sonra tekrar izleyince anlıyor! Spielberg'in mübarek ellerinden öpüyorum bilimkurgu dünyasına kazandırdığı bu film için.

Filmde herhangi bir mantık hatası olduğunu düşünenler, birkaç yıl sonra filmi tekrar izlesinler (!) diyorum ve sözümü noktalıyorum.

Film: Vavien

Engin Günaydın da, Binnur Kaya da güçlü potansiyel barındıran oyuncular. "Sen kim oluyorsun da böyle bir yorum yapıyorsun?" diyen olabilir muhakkak, çünkü ben ikisini de harikalar yarattıkları bir rolde görmedim (Düşünün, Avrupa Yakası'nı da bu yorumun kapsamına dahil ediyorum!). Bir karakterin bütün ülkeyi güldürebilmesi oyunculuk kalitesiyle doğrudan bağdaşan bir şey değildir, bunu akılda tutmak lazım.

Gelelim Vavien filmine. Oldukça ilginç, merak uyandıran bir işleyişe sahip bir film Vavien. Hatta belli bir yere kadar, neredeyse sonuna kadar beklediğimden çok daha iyi olduğunu gösterdi.

Ama sonu? Sonu olmadı. Burada sinematik bir eleştiri yapabilecek durumda değilim, içgüdülerimle konuşuyorum, "Bu filmin sonu olmuş" diyebilseydim derdim. Diyemiyorum.

Yine de güzel film Vavien. Çok şey anlatıyor, güçlü anlatıyor. Benim sana puanım 6/10 kanka.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Film: Çok Filim Hareketler Bunlar

BKM mutfak ekibini sürekli izleyen biri değilim, ama gayet yaratıcı bir tayfa oldukları su götürmez, rakı getirmez bir gerçek. Belki de bu yüzden, filmden yer yer gayet zevk aldım. Yer yer diyorum, zira baştan sona kırıp geçiren bir film değil. Özünde zaten gerçek bir film değil. Ama komikti vesselam.

BKM ekibinin sadık seyircisi olmadığım için filmden keyif alan biri olarak, bir önceki yazı da Kargo dinleyicisi olmamakla beraber Maskott oluşumundan zevk aldığımı dile getirmiştim. Böyleyim ben.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Albüm: Tuval (Maskott)

Lafa başlarken hemen söyleyeyim, ben Muse falan bilmem. Kargo da dinlemezdim zaten. Dün D&R'da gezerken, mağaza içinde çalan şarkının etkisinde kaldım. Kimdir, nedir diye gidip baktığımda Maskott adını gördüm. Muse özentisi diyorlar, Kargo'nun tadı yok diyorlar. Zaten insanlar neler demiyor ki? Rahat olun biraz.

Sonuç? Bir çok albümden daha akıcı, kendini dinleten "Tuval", helalinden 10 üzerinden 6 alıyor benden. Melekler Şehri, Teselli şarkılarını deneyin.

Düzeltme: Biraz daha dinledikten sonra, resmen her şarkının güzel olduğu bir albüm olduğuna karar verdim. Notumu 10 üzerinden 7'ye yükseltiyorum!

Muhtelif: Artık Gerçek Bir Mecmua!

Artık Mutedil Mecmua'yı bir magazin dergisi gibi, PDF formatında indirebilirsiniz! Sezonluk olarak, en göze çarpan yazılardan derlenen bu küçük dergi ile çarşaf çarşaf blog sayfalarında kaybolmaya son!  

Daha ne diyeyim bilmiyorum! Buyurun Hadi! 

http://www.multiupload.com/95KI4RDZ42

Düzeltme: Eğer Türkçe karakterler ile ilgili sorun yaşıyorsanız, PDF dosyasında kullandığım yazıtipinden kaynaklanıyor olabilir. Benim hatamdır. Fontu bilgisayarınıza indirmek için adrese tıklayın: http://www.multiupload.com/MON5IFDPX3

23 Eylül 2010 Perşembe

Albüm: "Takılma" (Ümit Sayın)

Ümit Sayın'ı severim, performansını canlı dinlemişliğim de vardır. Nice güzel pop şarkısının arkasında onun isminin olduğunu herkes bilmez. Bundan birkaç yıl önce "Mai" isimli albümünden sonra kayıplara karışmıştı. Nihayet yeni bir albümle bu sessizliği bozdu. Albüm demek doğru olmaz aslında, tek şarkılık bir sunumla karşı karşıyayız. "Takılma" adlı şarkı, klasik bir Ümit Sayın çalışması, hafif alaturka ve kesinlikle adına yakışır bir şekilde neşeli olmuş.

Tek tük şarkılar yapıp bunları piyasaya sunmak moda oldu, lakin şarkı sayısını 10'a tamamlamak için "filler" dedikleri, yani "boşluk dolduran" şarkılarla doldurulmuş albümleri oldum olası sevmem.

Yeni çalışmalarını beklerken, kendisini 1,99TL'lik yeni şarkısını alarak destekleyelim :D

22 Eylül 2010 Çarşamba

Müzik: Tarkan

Nihayet Tarkan'ın yeni albümü piyasada. Malum, genç kızlar çıldırıyor. Adam pop müzikte yer edinmiş, derdi olanların adamla değil pop müzikle sorunu var zaten.

Lakin ben burada yeni albümünü tanıtmayacağım, bunun yerine kendimce bir tespitte bulunmak istiyorum. Bu muhterem zatın her albümüne ağır ya da orta tempolu muhteşem bir şarkı oluyor. Bu şarkı, diğerlerinin gölgesinde kalarak fazla keşfedilmiyor. Sadece bahsini ettiğim bu şarkılardan, muhteşem bir "Best of" çıkarabilirim sizler için. Gelin hep beraber bu şarkılardan birkaçına göz atalım:

  • Sen Çoktan Gitmişsin ("Adımı Kalbine Yaz" - 2010)
  • Gün Gibi ("Metamorfoz" - 2007)
  • Touch ("Come Closer" - 2006)
  • Ayrılık Zor - Murat Matthew Erdem Mix ("Ayrılık Zor" - 2005)
  • Gülümse Kaderine - Murat Matthew Erdem Mix ("Dudu" - 2003)
  • O'na Sor ("Karma" - 2001)
  • Gitti Gideli ("Karma" - 2001)

Bu güzide eserlerden birkaçını dinlerseniz, ne demek istediğim anlaşılır diye düşünüyorum. Bu şarkılardan hiçbirine klip yapılmamış olması, sadece hayranların keşfedebildiği inciler olarak kalmasını sağlamıştır. Ayrıca Murat Matthew Erdem ve Tarkan bir araya gelince harikalar yaratıldığı ortada.

Son olarak da kişisel fikrimle bitiriyorum:

Tarkan'ın hala "Karma" albümünden daha muhteşem bir albüm yapmadı.

Muhtelif: 250

Geçen yıl bu günlerde askerliğimin son demlerini yaşıyormuşum. Koca bir sene nasıl geçti diye düşünüyorum şimdi... O günden bu yana yazmaya devam ettim ve şu an 250. yazımı okuyorsunuz! Peki bunca zaman neler olmuş, neler bitmiş?

Askerliğimden sonra pek projem olmadı aslında. 2010 yılının başlarında Kaçırış ve Beyaz Ticaret adlı iki film çektim, ikisi de kısacık filmlerdi tabii. Sonra Höst'ün 7. sezonu çekildi, o da Höst fanlarını sevindirdi. Höst'ü bitireceğiz haberiniz olsun, Lost bile bitti, tadında bırakmak lazım! :D

Son olarak Gezginlerin Sürgünü'nü çektim. Gezginlerin Sürgünü, uzun zamandır aklımı meşgul eden bir proje idi ve nihayet, iyisiyle kötüsüyle gerçekleştirdiğim için mutluyum.

Peki ya bundan sonra? Henüz geleceğe yönelik bir projem yok, bir süre dinlenmek istiyorum. Önceki yazılarımdan birinde, kendimce belirleyeceğim mütevazı bir zirveyle yetinmek istediğimi yazmıştım. Bu son filmim benim için bu zirve olmuştur.

Basın açıklaması tadında ilerleyen bu yazımı, aslında birbirinden keyifli 250 yazı yazmış olmanın mutluluğundan bahsederek bitirmek istiyorum. 250 aslında öyle abartılacak bir sayı değil lakin bundan birkaç yıl sonra, Mutedil Mecmua kitap haline getirilebilecek kadar dolu bir popüler kültür blogu haline gelebilir. Ne dersiniz, e-kitap bile olsa, hoş olmaz mı?

20 Eylül 2010 Pazartesi

Müzik: Athlete

Bazen dinlediğiniz bir şarkıya hayran kalırsınız, o şarkının ait olduğu grubu keşfedince de tüm şarkılarına hayran kalırsınız. Birine bahsedeceğiniz zaman da "Nasıl bir şey?" sorusuyla karşılaşınca da, tarzlarını bir türlü tarif edemezsiniz.

Athlete de böyle bir ingiliz müzik grubu. Genel olarak rock, lakin biraz pop ve biraz da elektronik tınılar içeriyor.

Adamlar TATLI müzik yapıyor. Daha ne diyeyim. Mutlaka deneyin! Mesela şuradan:

http://www.muzu.tv/athlete/the-getaway-music-video/604614

Müzik: A Perfect Circle

Tool diye bir müzik grubu vardı, dinler miydiniz? Ben dinlemezdim. Sonra bir gün Constantine diye bir filme gittim, orada çalan bir şarkı ruhumu çimdikledi. Sonra "Passive" isimli o şarkıyı buldum, meğer o şarkı da Tool'un yeni projesi A Perfect Circle'a aitmiş. Sonra bu amcalar hayatıma etkileyici şarkılarıyla girdi; Orestes olsun, Pet olsun, Judith olsun, dinlerken içinizde sebepsiz bir öfke yaratmak suretiyle kendinizi iyi hissettiren şarkılardı bunlar.

Hala keşfetmediyseniz, A Perfect Circle sizleri bekliyor.

19 Eylül 2010 Pazar

Film: Resident Evil Afterlife

Sinemada üç boyutlu film izleme konusunda bazı düşüncelerim var. Kocaman bir gözlüğü kendi gözlüklerimin üzerine takarak izlemek zorunda kaldığım bu filmler, "Bu üç boyut davası olmadan seyretsem film bana ne ifade ederdi?" sorusunu sormama sebep oluyor.

Resident Evil serisini sevenler için Afterlife güzel bir film. Yani bekleneni veriyor ama ne alacağınızı zaten bildiğiniz için fazla bir şey de  bekleyemiyorsunuz.

Filmi seyretmeniz için birkaç sebep var elbet; üçüncü boyutun verdiği eğlence, Milla Jovovich ve Ali Larter (Hanımları unutmuyoruz, onlara da bir adet Wenthworth Miller!). Hatta bunları geçtim, A Perfect Circle'ın sinema salonunu inleten "The Outsider" şarkısı. Evet, bunlar güzel şeyler ama bir filmi seyretmek için önereceğim sebepler parmakla sayılacak kadar az olmamalı.

Yazımın sonunda da yine baştaki konuya dönüyorum; yapımcılar üç boyutlu film izlemeyi, izlenecek bir film değil de hız trenine binmek gibi bir eğlence tecrübesi olarak sundukları sürece, bu filmlerden fazla bir şey bekleyemeyeceğiz. Beni bu kadar uzun cümleler kurmak zorunda bıraktıkları için kızgınım onlara...

Evet, bu filmden yanıma kâr kalan, daha önceden keşfetmediğim "The Outsider" şarkısı!

Muhtelif: Tren Seyahatleri

Tren seyahati demek, duraklarken değil hareket halindeyken tuvalete gidebilme özgürlüğü demektir. Tren seyahati çok uzun sürse de yormaz, otobüs gibi trafiğe girmez. Hatta her vagon bir evdir, hele ki yolculuk uzunsa insanlar o yolculuk boyunca "ev arkadaşlarıyla" vakit geçirir. Trenle seyahat etmek, yemekli vagonda hiç tanımadığın bir adamın karşısına oturup mercimek çorbası içişine şahit olmaktır. Tuvalet deliğinden esen rüzgarla meteoroloji tahmini yapabilmektir.

Güzel bir şeydir tren! Rahat uyu Zeki Müren.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Film: Gezginlerin Sürgünü Arena-TR'de!

Türkiye'nin en kapsamlı ve kaliteli torrent paylaşım sitelerinden biri olan Arena-TR'de, son kısa filmim "Gezginlerin Sürgünü" paylaşıldı. Torrent olarak hızlıca indirmek isteyen Arena-TR üyeleri, hemen şu adresi ziyaret edebilir:

http://www.arena-tr.com/details.php?id=23650

Ayrıca forumda film için açtığım başlık altında filme gelen tepkiler çok sevindirici. Kullanıcı adlarıyla beraber bu üyelerin bazı yorumlarını sizle paylaşmak istiyorum:

  • "Güzel olmuş kurguda başarılı. Bundan yola çıkılarak uzun metraj bir film çekilebilir" - Mythness
  • "O "amatör" yazısını kaldırın oradan hiç uymamış . İzlediğim en iyi Türk amatör kısa film çalışmasıydı tebrik ederim. Kurguda mantık hatası var derken beni dumurlara sürüklemesi de ayrı bir zevkti. Son olarak Evliya Çelebi'yi görmemle birlikte beni benden aldınız. Bence oyunculuğunuz da süperdi. Böyle devam edin." - VonRabie
  • "Fikir güzel, Kurgu da güzel. Biraz kasılırsa oscar adayı bi film çıkar bence." - magiruscu
  • "Hayran kaldım 'Türkiye de böyle kurgu oluşturabilenler de varmış' dedim gururlandım." - ehlikeyf
  • "Kurgu süper... Bu film sağlam oyuncularla bir Hollywood yapımı olsun, gişede patlama yapar..." - sed05
  • (Eleştiri de olacak elbet!) "Tamam senaryo yerinde, kamera hareketleri iyi falan ama - O diyaloglar nedir? Onlara bir çözüm bulun lütfen." - bysnake
  • "Tek kelimeyle güzel film, oyunculuk biraz daha iyi olursa kalitesi daha da artabilir." - onur28
  • "Hocam Cristopher Nolan'la akrabalık falan var mı :D" - unique

15 Eylül 2010 Çarşamba

Film: Gezginlerin Sürgünü

Bir yıldan uzun süredir üzerinde çalıştığım, kafa yorduğum son projemi tamamladım. Yaklaşık bir ay önce senaryosunu geliştirip tamamladıktan sonra, hemen plan yapıp 4-5 Eylül tarihlerinde (sadece iki günde!) Ankara'da çektiğimiz film bu gece vizyona girdi.

Bu film, amatör çevrelerce pek denenmemiş bir konuya ve işlenişe sahip olması açısından önem taşıyor. Ayrıca benim, doğrudan oynamayıp sadece yönetmenliğini yaptığım ilk film.

Çeşitli festivallerde de boy gösterecek olan filmimizi izlemek için hemen şimdi tıklayın! Baldan tatlı yorumlarınızı da esirgemeyin!

http://www.vimeo.com/14996741

1 Eylül 2010 Çarşamba

Oyun: Mafia 2

Daha önce Mafia 2 hakkında ilk izlenimlerimi aktarmıştım, şimdi oyunu bitirdikten sonra yeni bir şeyler yazmayı uygun gördüm. Mafia 2, şu ana kadar oynadığım en tarz sahibi, bir film gibi insanın ruhuna işleyen oyunlardan birisi. Bu oyun, GTA'dan daha ziyade, büyükçe bir alanda geçen Max Payne oyunu gibi. Yani GTA gibi pizzacılık veya taksi şoförlüğü yapmayı beklemeyin, bu oyunda sadece Vito Scaletti'nin iniş-çıkışlarla dolu hayatı var. Bu güzel macerayı tecrübe etmeye bakın...

29 Ağustos 2010 Pazar

Film: Repo Men

Dünya çapında gayet sessiz sedasız vizyona giren ve kısa bir süre sonra DVD'si çıkan filmlerden Repo Men. Bahsetmesem belki adını bile duymayacaktınız, gerçi Jude Law hayranlarının duymaması tuhaf olurdu.

Filmin konusu şöyle; yapay organ naklinin mümkün olduğu bir dünyada, sağlıksız organınızı bir bedel karşılığında yeni elektronik organlarla değiştirebiliyorsunuz. Lakin bu bedeli veya faizlerini zamanında ödemezseniz, şirket yetkilileri (Repo men!) gelip o organı alıyorlar (ki yaşamsal bir organ ise ölümünüzle sonuçlanıyor).

Enteresan bir hikayeyi, daha da enteresan bir kurguyla birleştirmiş olan film; izleyicide tuhaf etkiler bırakıyor. Repo Men, vahşeti nedeniyle seyretmek için biraz mide isteyen; ciddiye alınmayacak kadar tuhaf fakat hafife alınmayacak kadar değişik bir film olmuş. Seçim sizin.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Oyun: Mafia 2

Öncelikle bu satırları sadece bir saatlik oynama tecrübesiyle yazdığımı belirteyim. Belki oyunu bitirdiğimde ekleyecek düşüncelerim olur lakin oyunun bende yarattığı ilk izlenimi yazmadan duramadım.

İlk Mafia oyununu hatırlarım, döneminin göze en hoş görünen ve senaryosu en dolu dolu oyunlarındandı. Mafia 2 de bundan aşağı kalmamış, özellikle başlangıcı ve ilerleyişiyle tam bir film gibi. Belki biraz fazla "film gibi" olmuş, bu sebepten Mafia 2'yi GTA ile kıyaslamanız doğru olmaz. Mafia serisi, yaşamanız gereken bir tecrübe. Biraz oynayıp, biraz seyredilen oyunlardan.

Küçük detayların, etkileşimin büyük haz verdiği bir eser olmuş Mafia 2. Tadına bakın!

Muhtelif: DuckLink Screen Capture

Diyelim ki çok güzel bir site buldunuz, tasarımında veya içeriğinde hayran kaldığınız bir bütünlük var. Bunu resmetmek istiyorsunuz, eliniz PrintScreen tuşuna gidiyor... Lakin, site ekrana sığmıyor! Uğraş dur...

Hayır! İşte tam bu işe yarayan muhteşem bir program var elimizde. DuckLink Screen Capture programı açıkken bir siteye giriyorsunuz, site açıkken de DuckLink'ten "capture" tuşuna basıyorsunuz. Gerisini o hallediyor.

Deneyin!

Web: ScrollyFox

Firefox'a eskiden ısınamamıştım, itiraf ediyorum. Siteleri abuk subuk görüntülerdi, bazı siteler işlemiyordu bile; "Bunun nesini övüyorlar?" derdim. Eskiden dedim ya, Firefox'a yeniden şans verdim ve şimdi paşa gibi bir web görüntüleyicisi olmuş.

Firefox'u yeterince övdükten sonra, eklentilerini de övmemek olmaz. Geçen gün yemek yiyordum ama aynı zamanda bir siteyi görüntülemek istiyordum önümde açık olan laptop üzerinden. "Yok mu elimi sürmeden siteyi ekranda usul usul aşağı kaydıracak bir eklenti?" diye sordum, Mozilla'nın sitesinden eklentilere bakınırken birkaç dakika içinde aradığımı buldum.

ScrollyFox, uzun ve yorucu sayfaları baştan aşağı okuma konusunda sizlere büyük bir iyilik yapıyor ve sayfayı yavaş yavaş aşağı kaydırıyor. Size de sadece, elinizi sürmeden ekrana bakmak ve dilediğiniz yazıları okumak kalıyor.

Firefox kullanıcısı mısınız? Hemen bu eklentiyi edinin:

https://addons.mozilla.org/en-US/firefox/addon/51742/

27 Ağustos 2010 Cuma

Müzik: "Daha Yolun Başındayım" - Sibel Can

"Hayda, bu adamın blogunda Sibel Can'ın işi ne?" dediğinizi duyar gibiyim. Sibel Can süslüdür, civelektir; kendisinden pek haz etmem! Lakin bundan tam on yıl önceki albümüne adını veren muhteşem bir şarkısı var ki, ben bunu bir Sibel Can şarkısı değil de sanat eseri olarak gördüğümden paylaşmak istedim. "Daha Yolun Başındayım" adlı şarkıda hem mis gibi sanat müziği ezgileri, hem de inceden bateri ve bas gitar var. Sözü ve müziği Altan Çetin'e ait olan bu şarkıyı dinleyin. Sibel Can da güzel şarkı söylemiş diyebilmek için.

Muhtelif: Bizim bir tanıdık var!

Canım yurdum insanı, parasının kıymetini bilir. Her işini tanıdıkla görür. İyidir hoştur da bunun sonucu çoğunlukla rezil olmaktır.

Adamın lambası bozulsa, "Bizim bir elektrikçi Muhsin vardı, onu arayayım da yapsın" der. Muhsin'i arar, "Tamam abi yaparız" cevabını alır. Muhsin gelene kadar da karanlıkta oturur.

"Bizim bir tanıdık vardı" demeyin artık. İyiliğiniz için söylüyorum. Servisi var, teknisyeni var, uzmanı var. Muhsin'i de rahat bırakın! 

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Oyun: Blur

Yarış oyunları güzeldir ama bir de yarışırken savaşabiliyorsak tadından yenmez. Lakin savaşılan yarış oyunları da çoğu zaman yavan bir oynanışın ve basit görsellerin kurbanı olur. Blur, en son aylar önce Burnout Paradise ile yaşadığım adrenalin dolu yarışların keyfini geri getirdi. Cıvıl cıvıl grafiklere, eğlendirici bir yapıya sahip bu oyunu mutlaka deneyin.

24 Ağustos 2010 Salı

Muhtelif: 1910 Yılında Artvin

1909 ve 1912 yılları arasında fotoğrafçı Sergei Mikhailovich Prokudin-Gorskii, kırmızı-yeşil-mavi filtreler kullanarak çeşitli manzaraların  üçer adet fotoğrafını çekmiş. Daha sonra birleştirilen bu fotoğraflarda gerçeğe yakın renkler elde edilmiş. Bir tanesi de Artvin'e ait olan bu renkli fotoğraflar, sizi tam bir asır öncesine götürüyor.

Bu muhteşem mirasa siz de göz atın:

http://www.boston.com/bigpicture/2010/08/russia_in_color_a_century_ago.html

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Muhtelif: Ne Var Ne Yok

Bir süredir bloguma hiç yazmamışım. Bazen de bir sürü yazı yolluyorum, oluyor böyle gelgitler. Gelgit demişken, daha önceden zaman yolculuğu temalı film projemin senaryosunu baştan yazarak yeniden hayata geçirdim. "Gezginlerin Sürgünü" ismine sahip filmin çekimleri inşallah Eylül ayında yapılacak. Filmin şu ana kadar yaptığım çalışmalardan farklı bir tarzı ve anlatımı olacağını söylemekle yetineyim, ne kadar güzel ve iddialı olduğuna elbette seyirci karar verecektir.

Ayrıca gereksiz olduğunu düşündüğümden Twitter hesabımı kapattım. Burası güzel. Mutedil Mecmua'dan ayrılmayın.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Film: Clash of the Titans

Inception'dan sonra film beğenebilmek kolay değil elbet, lakin film izlemek aynı zamanda bir eğlence aracı. Clash of the Titans da eğlencelik bir film olmuş; seyredeni pazar yerinde haykıran deli ve yolculukta illa ki ziyaret edilen kahin gibi klişelere boğsa da, mitolojiyi sevenlerin keyif alarak izlemesi mümkün. Özellikle "Medusa" tam beklediğim gibiydi, ince detayları dikkatle işlemişler. Deneyin...

...ama Inception çok güzel film!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Muhtelif: İsmail Ayaz ile Yolculuk

Genelde Eskişehir-İstanbul hattında tren yolculuğunu tercih ederdim lakin zamanlama olarak en sevdiğim tren olan Eskişehir ekspresini geçici olarak kaldırdıklarından, otobüs ile yolculuk etmem icap etti. Otobüs yolculukları benim için hep sıkıntı olmuştur, bu yüzden biraz çekiniyordum ama İsmail Ayaz otobüslerindeki konfor beni şaşırttı. Nispeten rahat koltuklar, yeterli havalandırma, her koltuktaki televizyon ekranı, yolculuk boyunca şifresiz ve bedava kablosuz internet, toplamda iki kez envai çeşit içecek ve yiyecek ikramı (ki bir ara dondurma bile verdiler!) ile dört saat süren sıkıntısız bir yolculuk tecrübesi yaşadım. Kamuoyuna duyurulur.

Film: Inception

Genellikle uzun uzun yazar, ballandıra ballandıra anlatırım. Bu sefer öyle yapmayacağım. Inception, bu yılın en beklenen yapımlarından biri olarak gerçekten nefes kesen, zihni bulandıran, beyninize çalınmış bir parmak bal gibi (!) bir film. Polisiye, gerilim veya dram; hangi tarz ilginizi çekiyor olursa olsun mutlaka görmeniz gereken, saf bir zeka ürünü. Seyredin!

23 Temmuz 2010 Cuma

Oyun: S.T.A.L.K.E.R. için ev yapımı mod: Oblivion Complete

Çernobil bayırlarında koşmaya doyamadığımız savaş oyunu S.T.A.L.K.E.R'ı çeşitli eklentiler (modlar) kurarak oynayan arkadaşlar için, kendi icadım olan muhteşem bir mod paylaşıyorum. Adını "Oblivion Complete" koydum, çünkü Oblivion Lost ile Stalker Complete 2009 modlarını birleştirerek elde ediyoruz. Tarifi şöyledir:

1) "Oblivion Lost" modunu indirin ve eksiksiz olarak kurun.
2) "Stalker Complete" modunu indirin, yalnız SADECE textures klasörünü gamedata klasörüne kopyalayın.
3) Bu işlem esnasında Textures.ltx dosyası çakıştığında, HAYIR deyin (yani Oblivion Lost'un LTX dosyası kalsın, onu koruyun). 

Bu basit işlemle, Complete modunun grafiklerini Oblivion Lost ile birleştirmiş oluyoruz. Bence sonuç muazzam, bir iki ufak hata dışında (Mesela uyku tulumu yerine benzin bidonu gözükmesi gibi) tamamen oynanabilir, tadından yenmeyen bir hal alıyor oyun.

Saygılar.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Albüm: Sevmeyen Gelmesin (Tayfun Tuna!)

Blogumda yaptığım anket sonucunda, çoğunluğun benden bir single albümü istediğini gördüm. Müzisyenlik eğitimi almadım ama müzikle uğraşıyorum, buna saygı gösteren herkesi de kendi melodilerimden oluşan dünyaya davet ediyorum; bir yeni şarkı ve üç eski şarkının yenilenmiş hali sizleri bekliyor.

Çeşitli kaynaklardan indirmek için tıklayınız:

http://www.multiupload.com/IUOEJAOJRV

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Dizi: Kanıt

Türkiye'nin dizi sektörü hakkındaki fikirlerimi daha önce de belirtmiştim. Bir dönem töre ve ağalık düzeni üzerine ardı ardına çekilmiş prodüksiyonlar izledik. Son yıllarda ise yıllar önceki "ölümsüz eserler" dizi haline getirildi. Bunlardan bunalan seyirci kitlesine farklı bir lezzet olarak sunulmuş Kanıt adlı dizinin ilk bölümünü izledim ve "nispeten" başarılı buldum. Bilmeyenler için söyleyeyim, on sezonluk CSI izleyicisiyim ve dizinin komik ve zayıf bulduğum yanları elbette var. Olayın özü, Kanıt belki yeni bir şey değil ama kesinlikle görmek istediğimiz türden bir şey. Dizinin yapaylıktan biraz daha kurtulması ve karakterlerin derinlik kazanmasıyla daha keyifli bir seyirlik haline geleceğini düşünüyorum; tabii tutunmayı başarabilirse.

9 Temmuz 2010 Cuma

Dizi: Persons Unknown

"Eyvah Lost bitti ne izleyeceğiz?" sorusunu soranlardan biriyken duydum Persons Unknown diye bir dizi çekildiğini. Şimdilik tek sezon olarak planlanan dizi, bir grup insanın kaçırılıp bir kasabaya mahsur edilmesiyle başlıyor.

Lost ile kıyaslanamaz lakin izlediğim ilk dört bölüm itibariyle ilginç konulara değiniyor ve psikolojik gerilim adına lezzetli dakikalar yaşatıyor. İzleyecek başka bir şeyiniz yoksa, tadına bakın!

Müzik: The Servant

The Servant, 2007 yılının sonunda dağılmış bir grup. "Eee, ruhuna Fatiha?" dememek lazım, çünkü sıradışı vokali ve keyif veren melodileriyle çok güzel birkaç albüme imza atmıştır The Servant. Vokalist Dan Black'in geçen yıl solo olarak bir albüm çıkardığını henüz duydum, bu konuyu da araştırıp siz müzikseverlerle paylaşacağım.

The Servant, en çok Sin City filminin fragmanındaki "Cells" enstrümanteliyle hafızalara kazınmıştı. Unutmamalı, sevgiyle anmalı.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Muhtelif: T9 Sözlük Arşivini Yedeklemek

Güzel ve akıllı telefonumuz Nokia 5800 için piyasa sürülen sevindirici uygulamaların arkası kesilmiyor. Eğer mesajlaşırken alfanümerik klavyeyi kullanıyorsanız ve sözcük tahmini özelliğini aktifleştirmişseniz, mesaj yazmak çok kolay ve keyifli bir hal alıyor. Bu yeni bir şey değil, lakin sözcük tahmininde kullanılan sözlüğe onca yeni kelime ekledikten sonra, bu sözlüğün yedeğini alabilmek mümkün! Telefona bu yeteneği kazandıran leziz uygulama için tıklayın:

http://betalabs.nokia.com/apps/nokia-custom-dictionary

29 Haziran 2010 Salı

Film: Splinter

Uzun süredir, müsait bir zamanda izlemek üzere filmler biriktiriyordum. Bu filmlerden biri de Splinter (Kıymık) idi. Film aslında 2008 yapımı, düşük bütçeli bir gerilim filmi. Korku diyemiyorum çünkü korkutmuyor. Hatta bir iki sahnede yönetmenin düpedüz komedi filmlerinde kullanılan anlatım şekilleri ve kamera açıları kullanması, haliyle o sahnelerde insanı güldürüyor. Genel itibariyle klişelerden oluşan Splinter, bir film festivalinde ödül almış olsa da çerez bir seyirlik olmaktan öteye gidemiyor.

Yine de, herkesin sırayla öldüğü filmlerin cazibesine kapılıyoruz!

27 Haziran 2010 Pazar

Muhtelif: Staycation

Haydi, tatil zamanı! Nerede mi? Evinizde. "Olur mu lan öyle şey?" diyenler yazının devamını okumasa da olur, "Aaa, enteresan" diyenler şöyle yamacıma gelsin. Son yıllarda dünya çapında yeni bir fenomen olarak (vacation kelimesinden) türemiş olan staycation [steykeyşın], kendi evinizde ya da kendi yaşadığınız şehirde tatil yapmak anlamına geliyor.

Peki bu nasıl oluyor?

Staycation konseptinin özünde, evinizde tatil atmosferi oluşturmak var. Tıpkı tatile gider gibi başlangıç ve bitiş günlerini belirliyor, o süre boyunca keyfinize bakıyor ve şehrin hiç görmediğiniz ilginç mekanlarını geziyorsunuz. Bu esnada işinizden ve diğer sıkıntılarınızdan uzak duruyor, e-mail'lerinize bakmıyor ve cep telefonunuzu bir kenara koyuyorsunuz.

Aslında şanlı milletim yıllardır hafta sonlarını evde PTT (pijama-terlik-televizyon) formatında geçirerek ve arada bir "Kalkın bi gezelim yau" diyerek bir nevi staycation yapıyor. Lakin staycation fikri, güzel geçirdiğiniz vaktin bilincinde olmak ve hatta bunu yukarıda bahsettiğim gibi bir tatil disipliniyle yaşamak gerektiğini hatırlatıyor.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Film: Hot Tub Time Machine

Genellikle yolculuklarda film izleme merakım yoktur, muhtemelen dikkatimin kolayca dağılması ve ortamın fazlaca aydınlık olması yüzünden. Bugün İzmir'e dönüş yolculuğumda Hot Tub Time Machine'i izledim. Özellikle yolculukta seyredilecek bir film olduğunu söyleyebilirim, bu açıdan iyi denk geldi. 80'lerde yaşamış veya o dönemden bir şeyler kapmış herkesi gülümsetecek, fazla beklentiye girmeden seyredebileceğiniz hoş bir seyirlik, tabii biraz yetişkinlere göre bir film olduğunu da hatırlatayım.

22 Haziran 2010 Salı

Muhtelif: Daha Çok Duvar Kağıdı

Daha önce duvar kağıtları hakkında yazmıştım yine. Duvar kağıtları güzeldir, arkaplanı süsler ve ruh halinizi etkiler. Nitekim kaliteli ve çeşitli duvar kağıtları bulmak zordur. Ben de buradan yola çıkarak yine size dev bir hizmet sunuyor ve rast geldiğim siteyi paylaşıyorum. Yüksek çözünürlük ve estetik sahibi duvar kağıtlarına ulaşmak için tıklayın!

www.interfacelift.com

18 Haziran 2010 Cuma

Albüm: Arıza (Malt)

Malt, ilk albümüyle çok ses getirmiş bir grup. Rock müzik tutkunlarının susuzluğunu gideren ekip, yeni albümleriyle karşımızda. Genel itibariyle ortalamanın üstünde bir albüm olan Arıza'nın, albüme ismini veren şarkısı çok sağlam. Tavsiyemdir...

"Sen tamirat sesiysen tepemde; Yaparım, arıza çıkarırım!"

17 Haziran 2010 Perşembe

Albüm: Masumiyetin Ziyan Olmaz (Mvö)

Mor ve Ötesi grubunun şarkılarında tuhaf bir büyü var. Ekibin hayranı değilim, verdikleri mesajlar beni ilgilendirmiyor fakat şarkılarını dinlemekten kendimi alamıyorum. Son albüm için de aynı şey geçerli, onların sıradışı melodilerine kulak verin!

16 Haziran 2010 Çarşamba

Muhtelif: Tchibo

Tchibo, her hafta farklı bir temaya ait ilginç ürünler satan ve bu ürünleri kabul edilebilir fiyatlarla sunan bir mağaza zinciri. Ürünleri genellikle dayanıklı ve çoğu zaman yaratıcı tasarımlardan oluşuyor. Tabii bu mağazaya girdiğinizde gördüğünüz bir ceketi pazardan 10 liraya alabilirsiniz ama Tchibo'yu özel yapan, pazarda bulamayacağınız ürünlerden oluşan bir yelpaze sunması.

İnternet sitesi üzerinden de alışveriş yapabilirsiniz: www.tchibo.com.tr

15 Haziran 2010 Salı

Web: Fotokritik

Fotokritik, Türkiye'nin önde gelen fotoğrafçılık sitelerinden. Ücretsiz olarak üye olabiliyor, üç günde bir fotoğraf yükleyebiliyorsunuz. Pro üyelik satın alırsanız, ki ben az önce aldım, o zaman saat başı fotoğraf yükleyebiliyorsunuz ki fotoğrafçılığa gönül verenler ve fotoğraflarını paylaşmak isteyenler için çok güzel bir platform.

Ziyaret edin: www.fotokritik.com

13 Haziran 2010 Pazar

Web: Mutedil Mecmua Yenilendi!

Boş duranı Allah sevmezmiş. Ne kadar dolu bir iş olduğu tartışılır, blog sayfamın tasarımını yeniledim. Artık daha iri yazıları, daha şık görselleri var.

Asıl haberim, "Eee, ben cepten giriyordum, ne olacak şimdi?" diyenler için: Mutedil Mecmua'yı eksiksiz olarak cep telefonundan veya kotalı bir bağlantıdan takip etmek isteyenler, "Mobil Mecmua" hizmetinizde!

Orijinal görünüm için tıklayın: tayfuntuna.blogspot.com

12 Haziran 2010 Cumartesi

Alet Edevat: "Çin Orijinali" Batarya

Satıcının "Çin orijinali" diye bana sattığı 10 liralık batarya, şu an Nokia 5800 XpressMusic cep telefonumun elimde değil de serviste olmasının sebebi. Yuvaya zor oturan ve bataryaya temas ederek akımı sağlayan iğneleri zedeleyen bu 10 liralık insanlık ayıplarından uzak durun, 100 lira verip orijinal batarya alın! Ben dersimi aldım, öyle yapacağım. Orijinal ürünlerinize, yan sanayi aksesuarlarla eziyet etmeyin...

6 Haziran 2010 Pazar

Web: Lifehacker

Teknolojiyi hayattan zevk almak için kullanmaya yönelik bir internet sitesini paylaşıyorum sizinle. Lifehacker, ingilizce bilmeyenlerin üzüleceği bir kaynak, çünkü en güncel teknoloji haberleri ve hayatı kolaylaştırmak adına DIY (do-it-yourself; "kendin yap") tarifleriyle, sadece yazıları incelemenin bile keyifli olduğu bir site. Tıklayın!

4 Haziran 2010 Cuma

Muhtelif: Ekran Işığının Göz Yormasına Son!

Gün geçmiyor ki sevgili cep telefonumuz Nokia 5800'ı daha çok sevmek için yeni bir sebep keşfetmeyelim. Şimdiki sebebimiz ise LightCtrl isimli bir uygulama. Bu uygulama sayesinde, telefon ekranının ışığını detaylı olarak kontrol edebiliyorsunuz ve hatta normal ayarlarda kısamayacağınız kadar kısabiliyorsunuz, böylece gece vakti asla göz yormuyor!

Bu küçük boyutlu ve ücretsiz uygulamayı çeşitli kaynaklardan arayıp edinebilirsiniz, mesela şuradan.

3 Haziran 2010 Perşembe

Muhtelif: Kaç-X optik yakınlaştırma idealdir?

Bu yazım fotoğrafçılıkla amatör olarak ilgilenler için küçük çapta bilimsel bir makale. Peki nedir olay? Eğer SLR (yani lensi değişebilen) bir makine düşünmüyorsak, dijital kamera satın alırken göz önünde bulundurduğumuz özelliklerden biri de optik yakınlaştırma (optic zoom; zum diyelim kısaca) değeridir.

Optik zum'un mekanik olarak nasıl işlediğinden veya dijital zum'a kıyaslanmayacak kadar iyi oluşundan bahsetmeyeceğim, bunları internette sıkça bulabilirsiniz. Benim burada yoğunlaşmak istediğim tek bir soru var: "Ne kadar optik zum iyi ve yeterlidir?"

Bu soruya cevap düşünürken bir grafik çizmek istedim ve çok basit bir formül uyguladım. Grafikte (küçük de olsa) gördüğünüz eğri için, optik zumdaki marjinal değişim eğrisi diyebiliriz. İlk olarak 2x zumdan başlıyor, herhangi bir yakınlaştırma yapılmamış değerin tam iki katı. Bir sonraki yakınlaştırma oranı 3x, yani 2x'in bir buçuk katı. Bu değerlerle x/(x-1) fonksiyonunda çalıştığımızda karşımıza çıkan grafik böyle, görüldüğü üzere 10x'den sonra değişimde bariz bir azalma var. Hatta 45 derecelik kırmızı bir çizgiyle de değişimin kendimce optimum noktasını belirledim (ki bu da 4x-5x civarına denk geliyor).

Uzun lafın kısası ve öztürkçesi, eğer bir dijital kamerayı elinize alıp 5X optik zum yapacak olursanız değişimi bariz bir şekilde hissedecek, 10x zum yaparsanız tatmin edici bir seviyeye ulaştığını görecek ve 15x ve ötesinde "Olmasa da olur" bir fark oluştuğunu göreceksiniz. Bu sonuçtan yola çıkarak, amatör fotoğrafçılıkta 10x zumun en ideal değer olduğunu düşünüyorum. Daha fazlasını isteyenler elbette daha fazlasını elde edebilir...

27 Mayıs 2010 Perşembe

Film: Prince of Persia Sands of Time

Ne zamandır film tanıtmamışım, geçenlerde sinemada izlediğim Prince of Persia'dan bahsetmek istiyorum. Bilgisayar oyunlarının filmi (veya tam tersi) yapılırken genelde beklentiler düşük olur, çünkü eğer bir filmse "Oyunun tadını veremez" veya bir oyunsa "Filmin tadını veremez" önyargısı hakimdir. Prince of Persia tanıtım görüntüleriyle beklentileri yükseltmişti.

Mayıs ayında vizyona giren Sands of Time filmi, serinin aynı isimli bilgisayar oyunundaki zamana hükmedebilme konsepti üzerine kurulmuş. Görsel olarak tam bir ziyafet olan film, konunun işlenişi açışından da ortalamanın üzerinde bir bütünlüğe sahip. Keyifle izledim, klişeleri ve tarihsel hataları görmezden gelerek 10 üzerinden 8 veriyorum.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Muhtelif: Muhteşem Fiyatlar

Durun! Ele avuca gelir bir özelliği olmayan sıradan bir dizüstü bilgisayara 1500 TL vermek üzere olduğunuzun farkında mısınız? Çok önceleri keşfettiğim lakin alışveriş etme cesaretini henüz bulduğum İstanbul Bilişim A.Ş, televizyon ve notebook laptop konusunda güzel fırsatlar sunuyor. Sonuç olumlu, alışverişimden memnun kaldım ve bu satırları yeni notebook bilgisayarımdan yazıyorum.

Peki ne aldım? Acer Aspire 7720. Özellikleri, Intel Core 2 Duo 2.2GHz, Nvidia 8400GS Ekran kartı, 3GB DDR2 bellek, 17" geniş ekran (17 inç ekranlı laptop kolay bulunmaz!), 320GB HDD, Blu-Ray disk okuyucu vs...

Peki ne kadara aldım? Sadece 1000TL! Şaka mı bu? Hayır değil. Reklam da değil yahu, iyiliğiniz için anlatıyorum.

İşin sırrı şu; İstanbul Bilişim firması doğrudan fabrika çıkışlı veya üretimden kalkmış "outlet" ürünleri, değerinden daha düşük fiyatlarla satıyor. www.istanbulbilisim.com.tr adresine girip Outlet Center bölümünden, düşük fiyatlı ürünleri inceleyebilirsiniz.

Sipariş iki günde elime geçti, taşıma çantası hediye etmeleri de ayrı bir güzellik oldu. Bir başka karlı alışveriş daha!

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Muhtelif: Fotografium.com'dan Alışveriş

İnternet üzerinden alışverişlerimde olumlu sonuç aldığımda bunu sizlerle paylaşmayı uygun görüyorum. Önceki yazımda incelediğim yeni fotoğraf makinem Panasonic-Lumix FZ38'i alırken detaylı bir fiyat araştırması yaptım ve daha önce de karşılaştığım Fotografium'dan satın almaya karar verdim. Memnun kaldığım bu alışverişten bahsetmek istiyorum.

Fotografium, sadece görüntüleme ürünleri (fotoğraf makineleri, video kameralar ve teleskoplar) ve onların aksesuarları üzerine yoğunlaşmış bir alışveriş sitesi. İnternet üzerinde bulabileceğiniz en uygun fiyatları sunan sitelerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yaklaşık 1050TL'ye bulunan FZ38'i 980TL peşin fiyatla, hatta Worldcard'a özel 3+3 taksitle 930 liraya aldım. 10%'dan fazla bir fiyat farkından bahsediyoruz.

Bunun yanında, siparişin hemen ertesi gün teslim edilmesi ve yanında taşıma çantası hediye edilmesi de işi ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyor.

Fotografium'a buradan teşekkür ediyorum. Fotoğraf çekmeye devam!

23 Mayıs 2010 Pazar

Muhtelif: Korucu City Photo Shoot

Daha önce haberini verdiğim şekilde, muhterem arkadaşım Mehmet Kurt ile Korucu köyü buluşmamız gerçekleşti. Yanında getirmiş olduğu Canon 7D sayesinde fotoğraf çekimlerimizi gerçekleştirdik. Birbirinden lezzetli ve eğlenceli bir sürü fotoğraf, sanal galerimizde sizleri bekliyor. Buyurun!

www.flickr.com/photos/tayfuntuna/sets/72157623995641915/

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Alet Edevat: Panasonic-Lumix DMC-FZ38

Fotoğraf çekmeyi seviyorum ve bu işi daha ciddiye almam gerektiğini anladım, fakat kadirşıveps dostum Mehmet Kurt sayesinde edindiğim tecrübeyle D-SLR (Lensi değişebilen profesyonel kameralar) sınıfının benim için ağır olacağını düşündüm. Hem body'sine (Lens takılmamış haline gavurların verdiği isim) hem de lenslerine ödenecek miktarların astronomik olması sebebiyle, SLR-Benzeri denen sınıfa gözümü diktim.

Bilmeyenler için kısaca bahsedelim, SLR-Benzeri denen kategori, gövde yapısı ve ince ayar imkanı ile SLR makinelere benzeyen; ancak lensleri değiştirilemeyen ve daha küçük sensörlere sahip olan ve dolayısıyla SLR makinelerden biraz daha zayıf performans sergileyen kameraları kapsar. Giriş seviyesindeki kompakt makineleri yeterli bulmayan, yavaş yavaş kendini aşmakta olan kullanıcılara hitap eder.

Fiyat ve performans oranı açısından en içime sinecek ürünlerin bu kategoride olduğunu anladıktan sonra araştırmaya başladım. Bu makineden önce, bir süre boyunca Sony HX1 modelini inceledim. Merak edenler için söyleyeyim, Sony HX1; 20x zuma sahip çok seri fotoğraf çekebiliyor ve Full HD (1080p) video kaydı yapabiliyor. Bunları önemli bulan arkadaşlar, o modele yoğunlaşabilirler tabii FZ38'in üstüne 200 TL daha ekleyerek :)

FZ38'e gelince, bugün kutusunu elime aldım ve deneme çekimleri yaptım. Mutedil Mecmua bir fotoğrafçılık blogu olmadığından burada bir sürü örnek fotoğraf sergilemeyi düşünmüyorum, lakin belirtmem gerekiyor ki 18x zum ve çok başarılı titreşim önleme mekanizması birleşince düşük ışık koşullarında bile harika işler çıkaran bir makine ortaya koymuşlar.

Bunun dışında bahsetmeden geçemeyeceğim olumlu özellikler; en genişte 27mm ve 18x zumda 486mm'ye karşılık gelen Leica lens, PASM modlarında çekime imkan veren 720p video kaydı, benzerlerinde hiç göremediğim 60 saniyelik çılgın pozlama süresi (ki bununla geceyi gündüze çevirebilirsiniz), RAW formatta fotoğraf çekebilme imkanı, pozlama ve odak kilitleme mekanizması (AF/AE Lock yazayım ki terminolojiyi bilen anlar), envai çeşit sahne modu vs.

Benim için hiç de sorun olmayan lakin başkaları için sorun teşkil edebilecek olumsuz özellikler de; vizörün elektronik olması, 400 üzerindeki ISO değerlerinde karlanma yapması, zum motorunun nispeten yavaş olması. Bunun dışında aklıma bir şey gelmiyor açıkçası.

Tabii tüm bunları sadece bir haftalık araştırma ve ardından gelen bir günlük kullanım tecrübesiyle yazıyorum. Daha çok merak edenler ve bilgi almak isteyenler bizzat bana ulaşsın.

Son olarak Amerika'da FZ35 ismiyle piyasaya sürüldüğünden fark sizi yanıltmasın; FZ35 ve FZ38 tamamen aynı kameralar.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Dizi: Höst 7x01

Lost bitiyor olabilir ama Höst tüm hızıyla devam ediyor. Bu yıl oldukça ses getiren FlashForward dizisini tema olarak seçen yeni sezonumuzun "Bana Bir Hal Geldi" isimli ilk bölümü huzurlarınızda!

Derhal izlemek için tıklayın:

vimeo.com/11865884

16 Mayıs 2010 Pazar

Albüm: Demli (Flört)

Flört'ün "Cemiyette Pişiyoruz" albümünü alışımı dün gibi hatırlarım. İzmir'e yeni taşınmıştık, Karşıyaka'da ikamet etmekteydik ve iskelenin üst katı o zamanlar müzik ve kitap mağazasıydı. Orada görüp edinmiştim o albümü, daha önceden Flört dinleyicisi olmamama rağmen büyük keyif alarak dinlemiştim uzun bir süre boyunca. Özgün bir tarza sahip olan ekip, yıllar sonra sessizliğini bozarak yeni albümüyle döndü.

Albümün ismi "Demli". Yerinde bir seçim olmuş çünkü gerçekten demlenerek, sahip olması gereken tada ulaştırılmış bir albüm. Albümün bütün kayıt aşaması analog ekipmanlarla yapılmış; bu da özlediğimiz eski müzikal lezzette bir albüm olmasını sağlamış. "Sevmez Olaydım" adlı şarkıyı da pek sevdiğimi belirteyim.

Dinleyin, tadını çıkarın!

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Oyun: Tom Clancy's Splinter Cell Conviction

Konuk sanatçımız Mehmet Kurt ile Eskişehir'den canlı yayındayız. Yaklaşık bir saat boyunca birlikte tecrübe ettiğimiz yeni Splinter Cell oyununu övme ihtiyacı hissettim. Gerçekten muhteşem görselleri, sanatsal anlatımı ve eğlenceli oynanışı ile çok keyifli dakikalar yaşatan bir oyun olmuş. Macera ve taktik oyunlarını sevenler kaçırmasın.

11 Mayıs 2010 Salı

Muhtelif: Korucu'dan Canlı Bildirim

Sayın arkadaşım Mehmet Kurt ile Korucu Köyü maceramızın ilk 24 saatini tamamlamak üzereyiz. Şimdilik yoğun bir şekilde fotoğrafçılık yapıyoruz.

Henüz sinema adına bir iş yapabilmiş değiliz ama inşallah yapacağız. Gelişmelerle yeniden birlikte olacağız, bizden ayrılmayın gari.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Muhtelif: Tabiatın Güzelliği

Eskişehir'in Mihalıççık ilçesinin bir köyü olan Korucu'dan yazıyorum bu satırları. Hava mis gibi, dalları meyveler basmış. Birazdan mangal yakacak ve çinekop ızgara yapacağız.

Özendirmek için mi yazıyorum bunları? Evet. Çünkü aslında böyle yaşamak, doğamızda var. Arada bir kendinize bir iyilik yapın ve şehirden uzaklaşın...

7 Mayıs 2010 Cuma

Web: gumyapim.com

Saygıdeğer arkadaşlarım Murat Tümer ve Mithat Zencir'le beraber kaygıdeğmez dostum Mehmet Kurt'tan oluşan G.Ü.M. Yapım ekibi, yeni web sitelerini ziyarete açmışlar. Bahsetmek de bana düşer diye düşündüm, şık ve hoş görünen siteden ekibin bütün filmlerine erişebilirsiniz. Buyurunuz:

www.gumyapim.com

2 Mayıs 2010 Pazar

Muhtelif: 200

An itibariyle blogumdaki 200. yazıyı yazıyorum. Nisan 2008'de başlayan blog yolculuğumuzda, ilk bir buçuk sene boyunca 100 yazı yazmışım ve geçen Ekim ayından bu yana bu sayı 200 olmuş; bu da daha sık yazdığımı ortaya koyuyor. Blogun gittikçe daha kapsamlı hale gelmesinden mutlu oluyorum. Bu süre boyunca yaptığım anketlerde bana fikir verdiğiniz için teşekkür ederim.

Blogumu geliştirmek adına fikirleriniz veya hakkında yazmamı istediğiniz bir konu varsa; bu yazının altına yorum yazarak veya bana mail yollayarak bana ulaşabilirsiniz.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Mobil Blog: Kaptanın Seyir Defteri

Bu satırları Eskişehir yolculuğumda, Kütahya'nın bayırlarını yarıp geçerken yazıyorum. Her yer yemyeşil ve hava sıcacık, yaz gelmiş vallahi! Mayıs ayı çok bereketli geçecek inşallah. Projelerim arasında efsanevi dizi filmimiz Höst'ün deli-çılgın yedinci sezonu ve özel bir fotoğraf çekimi var. Bunların haricinde yeni bir kısa film projesi bile olabilir. Takipte olunuz, fırsat buldukça yazacağım!

30 Nisan 2010 Cuma

Oyun: Soğuk Hayat DEMO

Üzerinde çalıştığım küçük Flash tabanlı oyuna dair tepkileri ölçmek için bir demo yayımladım. Demo size hikayeyi belli bir yere kadar oynama ve yaklaşık yüz farklı durumla karşılaşma imkanı sağlıyor, elbette bu sayı geliştirme aşamasında gittikçe artacak. Sadece 100kb'lik bu demoyu ddresten indirebilirsiniz:

http://rapidshare.com/files/381513184/Soguk_Hayat_Demo.zip

Nokia 5800 gibi s60v5 telefonlarda, Flash uygulamaları tam ekran oynayabilmek için SajiFS Launcher isimli ücretsiz yazılıma ihtiyacınız var. Bu yazılım yalnızca dahili hafıza ve hafıza kartındaki Other (Diğer) isimli klasörleri görmektedir, swf dosyasını oraya koymanız gerek. İndirip telefonunuza kurunuz:

http://sajisoft.weebly.com/uploads/3/6/4/9/3649515/sajifs_launcher_selfsigned.sis

Tepkilerinizi, yorumlarınızı esirgemeyiniz. Forumlarda açılmış başlıklara yorum yazmak isterseniz buraya ve şuraya tıklayın.

29 Nisan 2010 Perşembe

Mobil Blog: Tayfun Cepten Bildiriyor

Mayıs ayı itibariyle, hatırı sayılır bir süre boyunca Eskişehir'de olacağım. Hatta başka yerlerde de olacağım. Bu mobil vaziyete ayak uydurmak gerektiğini düşünerek, Avea'nın "genç tarife" kullanıcılarına ilk ay ücretsiz sunduğu 100MB internet pakedini almayı düşünüyorum. Böylece seyahat halindeyken bile bloguma yazı yazabileceğim.

Hatta şu an evde olmama rağmen, deneme amacıyla cep telefonumdan yazıyorum bu satırları. Tabii ki bunu mümkün kılan da akıllı oyuncağım Nokia 5800. Gelişmelerle birlikte olacağız, ayrılmayın!

Muhtelif: "Korucu City Photo Shoot" Yakında

Fotoğrafçılık merakımı herkes bilir. Doğal yaşam fotoğrafları çekmeyi seviyorum, bunu en güzel yaptığım yer de bizim köy. Daha önceki fotoğraf çalışmalarım, genellikle gün içinde anlık olarak çektiğim karelerden oluşuyordu. Bu kez (bugüne kadar kazandığım tecrübeyle ve inşallah farklı bir kamerayla) bizzat vakit ayırıp, bir sürü fotoğraf çekecek ve internet üzerinden sergileyeceğim. Bekleyin.

27 Nisan 2010 Salı

Muhtelif: "Hasta"

Müzikle ilgilenen biri olduğumu sağır sultan bile duydu, hatta söylediğim şarkıları bizzat dinlemiştir. Single çalışmalarımdan biri olan "Hasta" için bir klip çektim. Çekimler esnasında yorulmadan beni kameraya alan arkadaşlarım Emre ve İlhan'a teşekkürü borç bilirim. Söz-Müzik-Düzenleme-Derleme-Toplama hepsi bana aittir.

vimeo.com/11264369


Dizi: Höst - 7. Sezon!

Ha geldi geliyor diye bekledik, başka bir dizi ondan çekmedik... ve nihayet bekleyiş sona eriyor sevgili Höstseverler. Henüz detay bulunmasa da, Höst'ün yedinci sezonu ile geri döneceği kesinleşti. Lost bile altıncı sezonda sona ererken, biz Höst sayesinde sizleri entrikasız ve macerasız bırakmayacağız.

Bekleyiniz, geliyor, yakında...

22 Nisan 2010 Perşembe

Alet Edevat: Nokia 5800 Güncellemesi

Nokia, iki sene önce piyasaya çıkardığı 5800 modelinin kullanıcılarını sevindirecek bir güncelleme yayınladı. Kısaca v50 diyebileceğimiz bu güncellemeyi, telefon ekranında *#0000# yazarak anında edinebiliyoruz. Dokunmatik ekranın daha hassas hale gelmesi, dahili hafızanın ferahlaması gibi güzelliklerle, telefonu tam kıvamına getirmişler! 5800 kullanıcısıysanız kaçırmayın.

Şahsi fikrime gelince sadece şunu söyleyebilirim, bozulursa yeni bir tane alacağım ve yine de tek bir iPhone'dan daha az ödemiş olacağım. Fiyatıyla da güzel oyuncak, ne dersiniz?

21 Nisan 2010 Çarşamba

Dizi: Höst Yeniden!

Sorarsınız, yeni bir şey var mı bu aralar? Açıkçası pek yok. Peki eskiler unutulur mu? Unutulmaz. Höst adlı efsane dizimizin ilk sezonu, görsel olarak iyileştirilmiş halde, 14 dakikalık tek bir film halinde sizleri bekliyor. Bu macerayı bir kez daha tecrübe etmek için, hemen linke tıklayın!

vimeo.com/11085259


14 Nisan 2010 Çarşamba

Muhtelif: Yeni Oyun Duyurusu

Bilmeyenler için söyleyeyim; ben eskiden bilgisayar oyunu yapardım. Yapmaya çalışırdım yani, üç beş eğlenceli bir şey yapmıştım. Şimdi telefonların da Flash platformunu desteklemesiyle, yeniden küçük ve mütevazı bir oyun yapmaya karar verdim. Daha önceden, buzul çağı yaşayan bir dünyada sağ kalmayı başarmış bir adamın macerasını anlatan bir oyun yapmış ve "Soğuk Hayat" ismiyle yayınlamıştım.

Şimdi aynı oyunu baştan yapıyorum fakat bambaşka bir tarzda. Metin bazlı macera (Text Adventure) formatında hazırladığım oyunun ilerleyişi tamamen yazılı olarak sunulacak. Siz de seçimler yapacak ve ilerlemeye çalışacaksınız. Oyunu mobil platform için hazırlasam da, bilgisayarda da oynamanız mümkün olacak. Şimdilik üzerinde çalışıyorum, geliştiriyorum, eğleniyorum. Yaşasın Flash, yaşasın ActionScript.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Oyun: My Life Story

Üç gündür deli gibi oynadığım bir oyun var. Hayır Max Payne 3 veya GTA 6 falan değil, DirectX 12 destekli ekran kartına da gerek yok. Vakit geçirmek için küçük ve eğlenceli oyunlar dağıtan Big Fish Games firmasından çıkma bir oyundan bahsediyorum, My Life Story. Kısaca söylemek gerekirse The Sims'in daha sade, daha eğlenceli versiyonu ve kesinlikle bağımlılık yapıyor. Deneyin!

Muhtelif: Turkcell indirimleri

Turkcell, aboneleri için alışverişte avantajlı kampanyalar sunmaya devam ediyor (Daha önce de bu konuda bir yazı yazmıştım). Bu kampanyaların çoğunun sizi para harcamaya teşvik ettiği kaçınılmaz bir gerçek, ancak Dominos Pizza'dan tüm orta boy pizzaları yarı fiyatına yemek gibi gayet cazip kampanyalar da mevcut. Hepsine bakmak isterseniz adres: www.turkcellcity.turkcell.com.tr

5 Nisan 2010 Pazartesi

Muhtelif: Daniskanın Rezaleti!

Eğer bir sanatçıysanız veya sanatın herhangi bir dalıyla uğraşıyorsanız (ikisi arasındaki farka dikkatinizi çekerim), "yaratıcı fikir" sözüyle ne demek istediğimi anlarsınız. Hani olur ya, hayatta bazen uğraş verdiğiniz alanda aklınıza çok güzel bir fikir gelir ve onu gerçekleştirmeye çabalarsınız, ta ki o fikrin başkaları tarafından hayata geçirildiğini öğreninceye kadar.

Uzunca süredir bir bilimkurgu hikayesi üzerinde çalıştığımı söylemiştim. Ne yazık ki bir "Yapıldı oğlum o!" durumuyla karşı karşıya kaldım. Bu sebepten dolayı, Döngüsel Sürgün isimli projemi ikinci bir emre kadar askıya alıyorum. Belki gerekli motivasyonu bulduğumda devam ederim, ya da gönüllü sinemacı arkadaşlara dizinin ilk bölümünün senaryosunu verebilirim.

Son olarak, fikrimin daha önce kullanıldığını vakitlice öğrenmeme vesile olan Efe Aydal'a buradan teşekkür ediyorum. Projede ilerledikten sonra böyle bir gerçeği öğrenmek, daha büyük bir çöküntüye sebep olabilirdi.

Eh... Demek ki neymiş, daha da yaratıcı olmak zorundayım!

Oyun: Just Cause 2

İlk Just Cause piyasaya çıktığında, keyifle oynayan küçük kitlenin içinde ben de vardım. Öte yandan tekdüze yapısı ve hataları yüzünden, oldukça geniş egzotik bir dünyası ve zamanına göre göz alıcı grafikleri olan bu oyun kısa sürede unutulmuştu. Şimdi Just Cause 2 piyasada.

Sakın, sevgili okuyucularım, SAKIN bu oyunu görmezden gelmeyin.

Daha da geniş bir dünya, cıvıl cıvıl grafikler ve yapabileceğiniz onlarca çılgınlık sunan Just Cause 2, hareketli oyunları sevenlerin mutlaka yaşaması gereken bir tecrübe!

2 Nisan 2010 Cuma

Muhtelif: Anketörüm Ezelden

Bir süre önce blog sayfamda bir anket yayımlamıştım. Sonuçlara göre yüzde 44'lük bir kesim teknoloji ve eğlence konulu yazılar isterken; yüzde 32'lik bir kesim hayat ve günlük yaşam, yüzde 24'lük kesim de kişisel tecrübelerim hakkında yazmamı istiyor. Bir süre başa baş seyreden anket, seçim sonuçlarını andırıyor. Ben yine her konuda yazacağım, kavga çıkmasın.

30 Mart 2010 Salı

Dizi: Döngüsel Sürgün

Uzun zamandır zihnimi meşgul eden bir dizi film projesi var. Hala tasarım aşamasında, lakin yavaş ve emin adımlarla ilerliyorum. Fikir vermesi için kısa bir "teaser" videosu hazırladım. Ayrıca projenin Facebook grubu mevcut, giriş ve bir adet yerli içki ücretsizdir.

Facebook grubu için tıklayın.

Teaser tanıtım filmi için tıklayın.

Albüm: Amazing (Inna)

Hani bazı şarkılar vardır, duyduğunuz anda bilirsiniz ki o şarkılar deniz ve güneş eşliğinde yankılanmak için yaratılmıştır. Inna, bu yaz diskocu gençliğin müzikçalarından eksik olmayacak, birbirinden çok da ayırt edilemeyen bir düzine şarkıdan oluşan bir albüm sunuyor. Kaçınılmaz bir durum ama "Her müzik tarzının iyi bir temsilcisi vardır ve onu dinlemek lazımdır" derim ben.

28 Mart 2010 Pazar

Film: Shutter Island

İnsanın aklıyla dalga geçen hikayeler çoğu zaman güzeldir. Zindan Adası (Shutter Island) da bu hikayelerden birine ev sahipliği yapan bir film. Seyriniz boyunca tahminler yürütünüz, sonunda ne kadar yanıldığınızı anlayınız. Keyfime uygun film bulmakta gittikçe zorlandığım gerçeğini göz önünde bulundurunca, bir çok kişinin zevkle izleyeceği bir macera olduğunu söyleyebilirim. Buyurun!

26 Mart 2010 Cuma

Oyun: Metro 2033

Rus yapımcıların bilgisayar oyunlarındaki gerçekçilik takıntısına hayranım. Belki de kültürlerimiz çok da farklı olmadığından, Rus yapımı bilgisayar oyunlarında günlük yaşamdan mekanlar ve nesneler görmekten çok keyif alıyorum. Açlık, donma tehlikesi, solunum sıkıntıları gibi ufak detayları göz ardı etmemeleri ayrıca hayranlık uyandırıyor. Yani kısacası adamlar çok başarılı "hayatta kalma" oyunları yapıyorlar.

Önce S.T.A.L.K.E.R. ile Çernobil nükleer santralini keşfetme şansı yakaladık. Daha sonra yine başka bir ekip, Cryostasis ile bizi kutuplara yakın bir yerde bir nükleer enerji gemisine götürdü (Ateşe elimizi uzatarak ısınıp sağlık ve enerji depolamamız pek güzeldi).

Şimdi de nükleer bir felakete uğramış (Adamlar tarihte başlarına gelen felaketten muhteşem malzemeler çıkarıyor) bir Rusya şehrinin hemen altında, sağ kalan insanların yaşadığı metro tünellerindeyiz.

Bu oyunu S.T.A.L.K.E.R. ile kıyaslamak aslında yanlış olur. Tamam ikisi de Rus yapımı ama her gördüğümüz sakallı, dedemiz değildir ne de olsa. Yine de referans iyi bir kavramdır, ben de kıyas yaparak neyin ne kadar güzel olduğuna değinmek istiyorum.

Grafikler kesinlikle S.T.A.L.K.E.R.'dan daha güzel. Daha yumuşak, daha organik, daha detaylı ve daha gerçekçi; her açıdan daha üstün bir grafik motoruyla karşı karşıyayız. Tuvalet kağıdı olarak kağıt para kullanıyorsanız, hemen DirectX 11 destekleyen bir ekran kartı almalısınız çünkü oyunun görselleri tam anlamıyla zamanın en üst seviyesinde.

Tabii oyun sadece grafikten ibaret değil, S.T.A.L.K.E.R. ile kıyaslanmayacak derecede güzel olan bir şey var ki o da atmosfer. Oyun görsel ve işitsel açıdan tam bir gösteri. Yirmi kişiyle dolu kalabalık bir mekana girdiğinizde, hepsinin aynı anda farklı bir konuda birbirleriyle konuştuklarına şahit olacak; bu canlı anları yaşarken adeta kendinizi orada dikilen bir yabancıymış gibi hissedeceksiniz.

Oyunun genel yapısının keyifli ve silah tasarımlarının da güzel olduğunu hatırlatayım. Para birimi olarak özel mermiler kullanmamız çok manidar.

Diyorum ya, bu Ruslarda muhteşem fikirler var. Bir de biz Türklerde var aynı tarzda muhteşem fikirler, ama icraat yok ne yazık ki. Bizim yapamadığımızı yaptıkları için alkışlıyorum kendilerini.

25 Mart 2010 Perşembe

Muhtelif: Cik yok, tweet var!

Diyorum ki, Twitter zaten gavur icadı. Zaten beni takip etmek isteyen için Facebook var, blogum var, websitem var; var da var. Ben de karar verdim, Twitter'ı da bundan böyle dünyaya seslenmek için, ingilizce olarak kullanacağım. Hayırlı uğurlu olsun. Yabancı bir frekansta buluşmak için adresimiz:

twitter.com/tayfuntuna

Muhtelif: Windows 7

Nihayet gerçeği kabullendim, sonsuza dek Windows XP ile olmayacak.

Windows 7 edindim ve kurdum, alışmaya çalışıyorum. XP'den alışıp da aradığım şeyler var ama XP'yi katlayıp düren bir yanını göremedim henüz. Yine de stabil ve hoş vesselam.

Bu da böyle bir şey işte.

24 Mart 2010 Çarşamba

Albüm: FD 7 (Feridun Düzağaç)

Feridun Düzağaç yeni albümüyle karşımızda. Kendisi hakkında bir hipotezim var şöyle ki; sırasıyla bir iyi albüm, bir de çok iyi albüm yapıyor.

"Orjinal Altyazılı" muhteşem bir albümdü ve ardından "Bir Devam Filmi" geldi (ki hatırımda yalnızca iki üç şarkı kalmış o albümden). Sonra "Uykusuza Masallar" gibi şaheser bir albümü bizlere sundu. Peki ya şimdi?

Fikrimi desteklercesine, yalnızca "iyi" bir albüm yapmış Feridun Düzağaç. Yine keyifle dinlenen şarkıları ve yüreğinize dokunan sözleri var. Lakin bize "Beni Unutma", "Yeniköy", "Çok Aşık" gibi şaheserler sunmak yerine; nerede başlayıp bittiği belli olmayan ve birbirine benzeyen güzel melodiler dinletmekle yetinmiş.

Sağlık olsun diyoruz, bu albümü de bir sonraki "Çok iyi" albümün habercisi olarak sineye çekiyoruz, mütemadiyen ağlıyoruz.

20 Mart 2010 Cumartesi

Oyun: Silent Hill Shattered Memories

Hatırlanmak güzeldir. Eğer teknolojiyi kovalamaktan usanıp PlayStation 3 satın almamışsanız, siz de benim gibi bir adet PlayStation 2 sahibisiniz. İşte saygıdeğer oyun dağıtımcısı Konami de bizleri unutmamış, emektar kara kutumuz için yeni bir Silent Hill oyunu çıkarmış. Aslında böyle bir oyunun piyasaya çıkacağından haberim yoktu, benim için sürpriz oldu. Görür görmez satın aldım.

Silent Hill: Shattered Memories, konu ve yapı itibariyle olarak ilk Silent Hill'in biraz farklılaştırılmış hali denebilir. Aslında aynı yapımcı ekipten gelen Silent Hill Origins gibi, serinin geneline göre vasat bir oyun olma ihtimalinden korkuyordum ama korktuğum başıma gelmedi. Silent Hill serisinin geneline yayılmış olan hantallık hissini ortadan kaldıran, kimi zaman kıpır kıpır, kimi zaman da gayet sakin ilerleyen keyifli bir macera olmuş. Ayrıca görsel ve yapısal olarak da PlayStation 2'nin sınırlarını zorladığını söylemek yalan olmaz.

Lakin seriyi sayısal olarak takip ediyorsanız, yani Silent Hill: Homecoming (hikayenin 5. oyunu) oyununu oynamışsanız o görsel kaliteyi beklemeniz anlamsız olur, nihayetinde Shattered Memories sadece PS2, PSP ve Wii gibi görsellik konusunda yeni nesil sayılmayan konsollar için üretilmiş bir oyun.

Uzun ve teknik lafın kısası, Silent Hill serisini seviyorsanız ve kafanız ağrımadan bu gizemli kasabaya bir kez daha yolculuk etmek istiyorsanız, Shattered Memories sayesinde kışlıkların arasına kaldırdığınız PlayStation 2 yeniden televizyonunuza bağlanacak.

19 Mart 2010 Cuma

Albüm: Twilight Theater (Poets of the Fall)

Poets of the Fall yeni albümüyle döndü.

Her ne kadar her zamanki Poets of the Fall kalitesini her şarkıda hissetsek de, önceki albümlere nazaran daha hafif ve sakin bir albüm olmuş. Kulaklarım Psychosis gibi bir parçayı aradı ister istemez...

Lakin yine de harika tınılar var. Bence kaçırmayın!

16 Mart 2010 Salı

Film: Hakiki Kesit 2

Türkiye'nin yegane çılgın amatör gezi filmi Hakiki Kesit'in devam filmi yayında!

Devrim niteliğinde coğrafi konumlama (geotagging), çalan müzik bilgisini veren led ekran ve konuşma balonları ile donatılmış, adeta interaktif olan bu eğlenceli filme davetlisiniz.

http://vimeo.com/10211316

12 Mart 2010 Cuma

Muhtelif: Mobil Platformda Flash Oyunlar

Bilmeyenler için kısaca açıklayayım; geçtiğimiz senelerde oyun yapımcılığına merak salmış ve Flash platformunda birkaç oyun üretmiştim. Bu oyunları bilenler veya keşfetmek isteyenler için güzel bir haberim var. Yapmış olduğum oyunları S60v5 sistemli Nokia telefonlarda (N97, 5800, 5230 vs) oynayabilirsiniz. Test edip onayladığım şekilde tarif edeceğim.

Öncelikle Flash uygulamaları tam ekran oynayabilmek için SajiFS Launcher isimli ücretsiz yazılıma ihtiyacınız var. İndirip telefonunuza kurunuz:

http://sajisoft.weebly.com/uploads/3/6/4/9/3649515/sajifs_launcher_selfsigned.sis

Bu yazılım yalnızca dahili hafıza ve hafıza kartındaki Other (Diğer) isimli klasörleri görmektedir, swf dosyalarını oraya koymanız gerekecek.

Şimdi de oyunlarımın SWF yani Flash formatındaki dosyalarını aşağıdan indirin. Unutmayın, bu SWF'leri zaten bilgisayarınızda açabilirsiniz veya internetten indirdiğiniz her türlü Flash oyunu bu programla açabilirsiniz. Ben şu an yalnızca kendime ait çalışmaları paylaşıyorum.

WINDOWS 98 (Windows 98 çalıştırılıyormuş izlenimi verir):
http://rapidshare.com/files/361855657/Windows_98.swf

THIRST (Orijinal adı Soğuk Hayat, RPG oyunu):
http://rapidshare.com/files/361853359/Thirst.swf

CORPUS AEGRUS (Videolu panoramik macera oyunu, demodur):
http://rapidshare.com/files/361854069/Corpus_Aegrus_Demo.swf

UZAK DİYAR DESTANLARI (RPG oyunudur yalnız N97 haricindeki telefonlarda klavye olmadığından, karakterin kontrolü için sanal klavye yazılımı gereklidir.):
http://rapidshare.com/files/361854654/Epics_of_Distant_Realm.swf

EHL-İ SEYF (Strateji oyunu, demodur):
http://rapidshare.com/files/361855179/EhliSeyf.swf

LACK OF OXYGEN (Videolu macera oyunu, kısacıktır ama tatlıdır, yenir):
http://rapidshare.com/files/361856019/LackofOxygen.swf

Ayrıca bildirmek isterim ki bu oyunların tamamı eskidir lakin yaşanan bu son teknolojik gelişmelerle, yeni çalışmalarım olabilir. Mümkündür.

Muhtelif: Bahar

Ağaçlarda çiçekleri gördükçe mutlu oluyorum. Evet bahar geliyor, farkında değil misiniz? Yoksa binlerce, milyonlarca çiçeğin açması ve koca bir yarımkürenin canlanması size enerji vermiyor mu, bu kudreti hissedemiyor musunuz? Oysa ne kadar güzel şey şu bahar mevsimi. Ah, bir de aşk... Aşk olmadan olmaz. Aşığım, öyleyse varım!