30 Nisan 2008 Çarşamba

Muhtelif: Eyvah Sınav Var!

Bu satırları yazdıktan birkaç saat sonra bir vize sınavı olacağım. Neden vize, hangi ülkeye gidiyoruz da lazım oldu, bilmiyorum ama neyse. Ezbere dayalı bir sınav olacak, güzel ülkemizin ekonomisini keşmekeş hale getiren koca koca adamların verdiği kararlar ve politikaları yazmam istenecek muhtemelen. Ben de reformlar, stabilizasyonlar diye karalarım bir şeyler...

Bir ay kaldı üniversitenin bitmesine. Zaman akıp gidiyor işte böyle! Bu yazının bir amacı yok; sadece günler, aylar, yıllar sonra okuyunca şöyle bir tebessüm edeyim diye...

Eklenti: Çok kısa bir yazı olduğunu fark edip bir şeyler ekleyeyim dedim, Poets of the Fall'un geçen günlerde tanıttığım albümünü mutlaka dinleyin. Clevermind şarkısına aşık olun, Fragile ile duygulanın, Psychosis ile coşun...

28 Nisan 2008 Pazartesi

Film: Arazi / Traveland (2008) - Güncelleme

Oy oy oy. Üç gün süren kısa bir tatilin ardından yeniden evimdeyim. Bu tatilin iki gününde, filmimizin tüm çekimlerini tamamlamış olmanın huzuru var içimizde. Eğer elimizde senaryomuz ve çalışma çizelgemiz olmasaydı, bu kısacık maratona koca bir filmi sığdırmak zor olurdu diye düşünüyorum. Sıkı çalıştık, başardık :)

Filmin yeni afişi yanda gördüğünüz gibi. Ayrıca bir web sayfası hazırladık, buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sayfada şimdilik kısa bir fragmanımız var.

Gelişmelerle birlikte olacağız, bizden ayrılmayın! :)

Bit artık be üniversite...

23 Nisan 2008 Çarşamba

Film: Anger Management

Birkaç gün buralardan uzak olacağım, zaten olmasam da her gün blog yazdığım söylenemez. Neyse giderayak bir şeyler yazayım dedim, bugün izlediğim film hakkında yazmak nasip oldu.

Anger Management, 2003 tarihli bir komedi filmi. Adam Sandler ve Jack Nicholson başrolde. Gidişat olarak oldukça klişe bir senaryosu olsa da bütünlük olarak oldukça eğlenceli bulduğumu söyleyebilirim.

Nedense filmde en ağız dolusu kahkahayı, "Get the f*ck outta here!" repliğinin olduğu yerde bastım. İzleyenler bilir, izlemeyenin de zevkini kaçırmayalım :)

Büyüksün Jack baba.

18 Nisan 2008 Cuma

Film: Arazi / Traveland (2008)

Blogun sıkı takipçileri varsa, geçtiğimiz günlerde bir film haberi verip daha sonra o haberi sildiğimi fark etmiştir. Çünkü filmin adı ve konusu tamamen değişti. Ancak çekileceği yer, oyuncuları ve şimdilik afişi aynı.

Konu olarak kısaca, biri şehirde diğeri köyde yaşayan iki insanın hayatlarının kesişmesini anlatıyor.

Senaryosu tamamlanan ve hatta çekim saatleri bile belirlenen film, kısmetse önümüzdeki hafta bu günlerde çekiliyor olacak. İnşallah yaza bu güzel filmin seyri ile gireceksiniz.

Bu arada film Youtube'da parçalara bölüp yayınlayarak rezil etmeyi düşünmüyoruz; muhtemelen bir web sayfası açıp orada izlenime ve indirime sunacağız.

Albüm: Revolution Roulette (Poets of the Fall)

Max Payne 2'nin sonunda çalan muhteşem "Late Goodbye" şarkısıyla tanıdık çoğumuz onları. Evet, Poets of the Fall. Nihayet çıkardıkları üçüncü albümleriyle ile bizimleler. Özlemiştik onları. Tamam sizi bilmiyorum ama ben özlemiştim.

Bilmeyenler için PotF, düşündürücü sözleri ve doyurucu müzikal kalitesiyle sevilen ve tanınan Finlandiyalı bir rock grubu.

Yeni albümleri Revolution Roulette'i bu satırları yazarken dinliyorum, kendimden geçiyorum, ritim tutuyorum, ahenkle dans ediyorum. Albümde 11 şarkı var.

Bundan önceki albümlerini dinlemeye de doyum olmuyor. Kendileriyle ve müzikleriyle henüz tanışmamışsanız ve farklı bir tat arıyorsanız kaçırmayın...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Muhtelif: Bir web sayfasının hazin sonu

Eskiden "ixir" diye bir şey vardı da onun reklamı geldi aklıma:

Kokoreç Adam: Afrodit hanım! Siz kendinize bir site yapsanıza?

Banu Alkan: Ayol ben müteahhit miyim? Bende para ne gezer? Hem İstanbul'da arsa mı kaldı ki site yapayım?


Dün itibariyle web sayfam yayın hayatına son verdi. Zaten içinde çok fazla bir şey yoktu, sadece (daha önce yaptığım küçük bilgisayar oyunlarını kastederek söylenen) "Abi senin oyunların çok güzel, nereden bulabilirim, yeni yaptın mı, niye yapmıyorsun, bana da yapmayı öğretir misin?" şeklinde mesajlarla dolup taşan bir ziyaretçi defteri vardı.

Vaziyet böyleyken, "Blog neyime yetmiyor" dedim ve siteyi kapattım. Pişman değilim. Bir daha olsa yine yaparım. Yeni yazılarla birlikte olacağız, bizden ayrılmayın.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Oyun: Rainbow Six Vegas 2

Aktüel yaşam üzerine bir blog yapalım derken oyunlara daldık gidiyoruz, haydi hayırlısı. Sıradaki oyunumuz, sevilen taktik operasyon oyunu Rainbow Six Vegas'ın devamı.

Oyunu uzun uzun incelemek niyetinde değilim. Kısaca fikrimi belirtmek istiyorum, çok çok keyifli bir oyun. Rambo gibi takılmak istiyorsanız size göre olmayabilir ama adamlarınıza odayı temizleme komutu verdikten sonra, onlar kapıyı kırıp içeri girmişken hemen arkalarından dalıp odanın diğer ucundaki teröriste kurşun sıkmak gibisi yok.

Plan yapmayı gerektiren bir oyun. Düşünüyorum, öyleyse storm and clear!

Oyun: Flight Simulator X Acceleration Pack

Bu aralar bir oyun manyaklığıdır gidiyor bende. Yapacak başka iş bulamamaktan da olabilir. Ödevlerimi de yapıyorum halbuki, neyse.

Efendim kısaca Flight Simulator X oyununun eklentisinden bahsetmek istiyorum. Ben bu oyunu sırf zevk olsun diye, uçak ile parende ve saltolar atmak için oynarım. Eklentisini de bugün edindim ve oynama şansına sahip oldum.

Bu eklenti ile oyuna askeri bir iki hava aracı, birkaç oyun modu ve İstanbul'un detaylı şehir modellemesi ekleniyor (Özellikle bu kısmı ilgimi çekmişti). Yandaki fotoğrafta gördüğünüz üzere İstanbul'da uçuyorum.

Simülasyon sevin ya da sevmeyin, en azından biri oynarken mutlaka görmeniz ve "Vay anasını" demeniz gereken oyunlardan biri.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Dizi: Terminator: The Sarah Connor Chronicles

Terminator 2... Çocukluğumun filmiydi, Arnold'un rolüne yakışır bir biçimde robot gibi kasılan karizmasından, cıva gibi ortamlara akan kötü terminatörüne, mekanlarından olay örgüsüne kadar her şeyine hayran olduğum bir filmdi. İlk filmi sonraları izleme fırsatı buldum. Derken üçüncüsünü çektiler falan. Heyecanlı bir filmdi ama Hollywood kültürüne yenik düştüğünün izleri vardı bence.

Şimdi öyle bir dizi yaptılar ki, dokuz bölümlük ilk sezonuyla bana çocukken izlediğimde yaşadığım heyecanın aynısını yaşattı. The Sarah Connor Chronicles, ikinci ve üçüncü filmin arasında bir yerlerde geçiyor. Hem Terminator serisinin dünyasına geri götürüyor bizi, hem de filmini aratmayan görselleriyle kendine hayran bıraktırıyor. Öyle düşünüyorum ki Terminator serisine yabancı olan birileri bile keyifle izleyebilir.

Oyun: Need for Speed ProStreet

Ilık bir bahar akşamı. Nazar değmesin, havalar çok güzel. Yazın bu kadar güzel olmayacak, cayır cayır yanacağız, ondan söylüyorum. Güneş battıktan sonraki birkaç saati, Need For Speed ProStreet oynayarak geçirdim.

Efendim oyunumuz NFS serisinin şu ana kadar yapılmış son oyunu (Merak edenler için, serinin sayı bazında on birinci oyunu). Fazlaca gerçekçi olması, her şey yasal olduğundan yasadışı yarışların ve polis kovalamacalarının heyecanının gitmiş olması, kötü kontroller ve garip oyun yapısıyla oldukça eleştirildi.

Öte yandan ben bütün akşam bu oyunu oynadım, hatta bütün akşam boyunca resimde gördüğünüz emektar Subaru Impreza'yı sürdüm. Serinin diğer oyunlarına göre daha çok sabır isteyen, fakat sabrettiğinizde güzelliklerini keşfettiğiniz bir oyun. Denemediyseniz, deneyin. Deneyip de beğenmediyseniz, bir şans daha verin derim ben. Hayat güzel.

6 Nisan 2008 Pazar

Oyun: Yeni Başlayanlar için S.T.A.L.K.E.R.

İki gün evvel kendisinden bahsettiğim bu heyecanlı oyun hakkında öneri ve ipuçları vereceğimi söylemiştim. Buyurun, elceğizimle yazdım, faydası dokunması dileğiyle.

Silahlar: Stalker’da ağırlık sınırı nedeniyle en fazla iki silah taşımanız tavsiye edilir. Bu silahlardan birisi tabanca, diğeri tüfek olabilir. Oyunun başlangıcında bu kombinasyonu kullanırken, ilerleyen bölümlerde tabancayı boşverip uzak ve yakın menzil için iki farklı tüfek taşımanız pek güzel olur.

Cephane: Mermilere ihtiyacınız olacak. Her silahın mermisi farklı olduğundan, cesetlerden mermi toplama işleminde seçiminizi dikkatli yapınız. Oyundaki en yaygın mermi tipi 7.62 milimetrelik kalaşnikof mermisi ile 5.56 milimetrelik NATO mermisi. Eğer bu silahlar için cephane toplarsanız, bir başka silahınızın mermisi bittiğinde bu silahlardan birini sağdan soldan bulup aksiyona devam edebilirsiniz.
Bazen kafaya isabet ettirdiğiniz tek bir mermi ile düşmanı mıhlarken, bazen bütün şarjörü boşaltmanız icap edebilir. Bu gibi durumlar için yanınızda mutlaka 200’den fazla mermi taşıyınız. Çok zorlarsanız ilerleyen bölümlerde 1000 mermiye kadar toplayabilirsiniz, ama bunun taşıma kapasitesi açısından eziyet olduğunu unutmayın.

PDA: Oyunda görevlerinize, diğer stalker’lar içindeki sıralamanıza ve aldığınız notlara bakabileceğiniz bir PDA’nız mevcut. Kurcalayın, inceleyin.

Görevler: Belli başlı karakterler başta olmak üzere bir çok kişiden görev alabilirsiniz. Bu görevlerin bazılarında süre kısıtlaması oluyor (ki genelde yan görevler için geçerli) o yüzden PDA’nıza göz atmanız tavsiye edilir. Ana görevlerde süre kısıtı olmadığından dilediğiniz gibi takılabilirsiniz.

Zulalar: Bazen bir ceseti incelediğinizde gudik bir ses eşliğinde PDA ışığınızın yandığını göreceksiniz. Bu, merhum arkadaşın sakladığı ganimetlerin yerini keşfettiğiniz anlamına geliyor ve haritanızda bu ganimetlerin konumu, morcivert bir imge ile gösteriliyor. Bazen sağda solda ilginç zulalar (stash) bulabilirsiniz ancak içi boş olabilir. Bu zulalar, daha sonra bir ceseti incelemenizle birlikte ne hikmetse aktif olabilir bu yüzden dert etmeyiniz, tekrar gidip bakınız.
Karşınıza stash olarak çıkan her türlü sandığı, çantayı, eşik arasını, küçük kaygan delikleri kendinize ait eşyaları saklamak için kullanabilirsiniz. Bu eşyalar çalınmayacak veya kaybolmayacaktır, içiniz rahat olsun.

Minik Harita: Kısa süreli bip sesleri, minik haritanız kapsamında birileri olduğunu gösterir. Bunu haritanın köşesindeki numaralardan anlayabilirsiniz. Yeşil noktalar herhangi bir vasıtayla kanka olduğunuz kişileri gösterir (muhtemelen hayatlarını kurtardığınız için), turuncular ise size düşman veya dost olmayan kişiler. Dostluk çok önemli bir faktör olmadığından, kavga çıkarmadığınız sürece sorun yoktur. Uzaktaki birine nişan aldığınızda imleciniz kırmızı ise tetiğe asılmamanız için hiçbir neden bulunmamaktadır. Haritaya dikkat ediniz, düşmanı tespit ettikten sonra konumu kırmızı bir nokta olarak haritada görünecek ancak birkaç saniye içinde kaybolacaktır. Bu süre içinde düşmanın konumunu göz kararıyla tespit edip davranışa geçmeniz önerilir. Görevsel açıdan, eğer haritada hedefiniz yeşil bir imge değil de beyaz bir ok işaretiyse, muhtemelen ya alt ya da üst katlarda bir yerde, yani farklı bir yükseklikte. “Nerede lan bu” demeden önce araştırmalarınıza devam ediniz.
Son olarak unutulmaması gereken şey, hayvanların ve mutasyona uğramış yaratıkların haritada gözükmedikleri. Gözünüzü dört açın, hatta yer altı laboratuarlarında sekiz açın. Karanlıkta birdenbire görünmez bir yaratık tarafından cırmalanmak pek hoş olmuyor.

Zırhlar: Zırhınız olmadan iki mermilik işiniz var, bu yüzden her daim güçlü bir zırh sahibi olmalısınız. Aman dikkat! Zırhlar zamanla delik deşik oluyor, kalbura dönüyor ve işlevselliğini yitiriyor. Çok güçlü ama yıpranmış bir zırf, bir alt seviyedeki zırhtan daha güçsüz hale gelebiliyor o yüzden zırhınızı gösteren mavi çubuk yarıdan aşağıya indiğinde ne yapıp edip yeni bir zırh edinmeye bakın.
Oyundaki tüm zırhların türlü türlü özellikleri var. Birkaçının gece görüş özelliği var, bir çoğu genellikle yeşil ve bulanık gece görüşü sağlarken bir iki tanesi mavi ve net bir görüş sağlıyor. Yeşil olanı kullanmak yerine kendi gözlerinize güvenmeniz tavsiye edilir.
Kaydadeğer fark yaratan en sıradışı zırh, exoskeleton. Oyunun yarısından çoğunu tamamladığınızda satışa sunulan veya son bölümlerde bir iki tane bulabileceğiniz bu zırh, 200000 ruble (Rus parası) olduğundan elde etmek pek kolay değil ancak oyun boyunca paranızı iyi biriktirmişseniz alabilirsiniz. Bu zırh ile (en azından yıpranana kadar) terminatör gibi gezebilirsiniz. Normalde oyunda 60 kilo olan maksimum taşıma sınırınız bu zırh ile 80 kiloya çıkacağından, son gramına kadar sırtına bir şeyler yüklenmeyi seven oyuncular için çok cazip. Zırhın tek kötü yanı, koşamıyorsunuz. Yavaş ve emin adımlarla yürümeyi sakıncalı bulmayanlar için ideal.

İşitsel Göstergeler: Tehlikeyi belli eden iki ses duyacaksınız. Birincisi frekansı artan bip sesleri, diğeri ise cızırtılar. Cızırtılar elbette radyasyonu belli ediyor ve ne kadar artarsa radyoaktif atomlar vücudunuzda halay çekmeye başlıyor. Radyasyonu geçirmek için viski içebilirsiniz veya antiradyasyon enjeksiyonları kullanabilirsiniz.
Diğer işitsel gösterge olan bip sesleri içinse “anomalies” adını verdiğimiz sakıncalı doğaüstü olaylar için geçerli. Bunların içinde sizi kendi içine çeken, havaya kaldıran ve daha sonra parçalara ayıran hava akımlarından, üzerine adım attığınızda cayır cayır yanmaya başladığınız yüksek ısı dalgamsı hedeler mevcut. Uzak durunuz, durmayanları uyarınız. Bazen düşmanlarınız bunlara kapılınca seyretmesi pek güzel oluyor gerçi.

Artifact: Sağda solda görebileceğiniz, yerde şen çocuklar gibi zıplayarak fıldır fıldır dönüp parlayan şeyler, birer artifact. Bunlardan beş tanesini bel kemerinizde taşıyabiliyorsunuz ve size türlü türlü faydaları bulunuyor. Bazılarının faydadan çok zararı var, o yüzden keyfinizce kullanın.
Yanınızda mutlaka bir tane taşımanız gereken iki artifact: Soul (+600 sağlık verir, bunu bulana kadar +400 veren meat chunk ile idare edebilirsiniz) ve Moonlight (+109 dayanıklılık verir, daha uzun koşar daha az yorulursunuz). Diğer boşluklara bunların negatif etkilerini dengeleyecek bir şeyler koyabilirsiniz.

Alet Edevat: Benq P50

Cep bilgisayarları bazı insanlar için lüks sayılsa da, ihtiyaç duyanlar ve hakkını vererek kullananlar için büyük bir nimettir.

Ben de bir ürün tanıtımı yapayım dedim ayaküstü. Yeni çıkan ürünleri teknoloji manyaklarının bloglarından takip edebilirsiniz, ben sizlere nispeten daha eski ama daha sağlam bir fiyat/performans oranına sahip bir aygıt tanıtacağım.

Yıllardan 2008, aylardan Şubat idi. Özellikle kablosuz internet gibi güzel bir teknolojiden faydalanabilmek için bir cep bilgisayarı almaya karar vermiştim. Biraz araştırdıktan sonra, bünyesinde wi-fi bulunduran ancak sadece 450 liraya satılan Benq P50 ile karşılaştım. Şaşırdım haliyle, çünkü en basit örnekle Nokia'nın wi-fi bulunduran modelleri 700 liradan başlıyordu. Sanırım hala değişmemiştir bu fiyatlar. Biraz araştırınca aldım ve pişman olmadım.

Özelliklerini internet üzerinden rahatça bulabilirsiniz ama ben daha çok bu cihazla neler yapabileceğinize yoğunlaşmak istiyorum ki, o fiyata değip değmediğine siz karar verin.

  • İnternete bağlanabilir, sonradan yükleyeceğiniz Opera Browser ile gerçek bir bilgisayar gibi sayfalarda gezinebilirsiniz. 400 Mhz işlemcisiyle çok karışık sayfalar dışında gayet güzel bir performans sergiliyor.
  • Başta Age of Empires, Doom, Quake, Tomb Raider olmak üzere bir çok oyun oynayabilirsiniz, dosbox yükleyerek Dos oyunları bile oynayabilirsiniz.
  • fPSEce adlı emülatörü kurarak PlayStation oyunları oynayabilirsiniz. Evet ben bizzat denedim, biraz yavaş olsa da çalışıyor ve çok keyifli.
  • Word, Excel, müzik ve video uygulamaları zaten her cep bilgisayarı gibi bunda da standart.
  • Kablosuz bağlantı sayesinde radyo ve televizyon da izleyebilirsiniz.

Windows Mobile 2003 kullanması ve kimilerine göre bataryasının yetersiz olması, aklıma gelen dezavantajlar... Gerisine siz karar verin.

Film: Cloverfield

Son bir hafta içinde, yaşananları kameramanın bakış açısından gösteren iki film izledim. Birisi [Rec], ki onun hakkında yazdığım yazıyı aşağılarda bir yerde bulabilirsiniz. Diğeri ise Cloverfield.

Her ne kadar göz yoran bir teknik olsa da, her iki filmin de çok iyi bir tempoyla seyirciyi kendine bağladığı görünüyor. Herhalde önce [Rec] filmini izlediğimden olsa gerek, Cloverfield gözümde biraz daha zayıf kaldı mantıksal açıdan. Cloverfield'da öyle anlar var ki "Be adam, bırak kamerayı, koş canını kurtar!" demenize sebep oluyor ve biraz da Hollywood filmi olmanın azizliğine uğrayarak gerçekçilikten uzaklaşıyor. Yine de başarısız bir film değil, hatta ileride çekilecek benzer filmlerin öncüsü denebilir.

Ben bu noktada yine [Rec]'e dikkatleri çekmek istiyorum çünkü her ne kadar konusu farklı olsa da, konunun işlenişi ve bunun seyirciye sunulması konusunda, ayakları yere Cloverfield'dan daha sağlam basıyor. Cloverfield'da "Aman abi, kapat şunu, çekme!" benzeri replikler varken [Rec]'te "Çek abi çek, hepsini çek!" duygusunun işlenmesi de iki filmin arasındaki önemli bir fark.

Bir de anladık ki virüsler ve zombiler, devasa canavarlardan daha gerçekçi, onları daha çok seviyoruz!

5 Nisan 2008 Cumartesi

Muhtelif: Uyku

Uyku. Kesinlikle büyük bir nimet olduğuna inanıyorum. Bilimsel anlamda bedenin dinlenme hali olarak açıklanabilir. Bu satırları gece yarısında yazıyorum, yeterince uykum geldiğini söyleyebilirim. E öyleyse uyumak lazım! Neden mi? Biyolojik saat mevzuları. Eğer belli bir saati geçerseniz uykuya dalmanız zorlaşıyor veyahut uyuduğunuz uykunun size bir faydası olmuyor, sabah uyandığınızda sersem zombinin tohumu gibi geziyorsunuz (tabii uyanmanız öğleden sonrayı bulmamışsa).

Lafı uzatmak istemiyorum, ancak yetişkin bir bireyin günde en az sekiz saat uyuması gerektiğini hatırlatayım. Aptal kutusunun seyrini bırakıp güzel rüyalara dalmayı da bilmeli insan.

Hah, bir de tecrübeyle sabit olan bir gerçeği hatırlatayım ki eğer sabah zinde uyanmışsanız ancak erken kalktığınızı düşünüyorsanız, olsun! Tekrar uykuya dalarsanız, uyandığınızda sersemlemiş olduğunuzu fark edeceksiniz. Vücut şaşırıyor herhalde, ondan oluyor bu durumlar. Siz yine de bedeninizin sesini dinleyin. Evet, zaten o devamlı size bir şeyler söylüyor! Farkında mısınız?

4 Nisan 2008 Cuma

Dizi: HÖST

Kendi bloğumuzu açmışız, reklam yapmadan olmaz! Tamam reklam demeyelim şuna. Bilenler zaten bilir, Höst adlı bir dizi filmimiz var. http://www.hostdizisi.com/ adresinden bütün bölümlerine ulaşabilirsiniz. Dizimiz dördüncü sezondan sonra birkaç aylık bir ara verdi (Lost'un geçen yıl dokuz aylık bir ara verdiğini düşünürsek bizimki yine iyi).

Yeni sezon için geçici olarak yanda görmüş olduğunuz afişi hazırladık. Sezon çekimleri tamamlandığında daha çetrefilli ve asortik bir afiş yapacağımızdan emin olabilirsiniz.

2008 yazını merakla bekleyiniz. Biz de bekliyoruz.

Oyun: S.T.A.L.K.E.R. Shadow of Chernobyl

Ukrayna'nın bozkırlarında silahımla koşturuyordum. O ne! Üç beş at hırsızı kılıklı adam uzaklarda. Birisi beni gördü, saldırmaya başlamaz mı? Çektim silahı, birini alnından, birini gözünden! Derken askerlerden biri radyoaktif bölgeye koşmaz mı? Radyoaktif fırtınaya kapılıp parça pinçik oldu gözlerimin önünde. Arkamı dönüp kaçayım dedim, köpekler kovaladı. Bizim askerlerin kampına zor attım kendimi.

İşte askerlik anısı gibi heyecanla anlatılan bu hikayeler aslında Stalker'ın bize yaşattıkları. Bu aralar deli gibi bu oyunu oynuyorum, anlatmazsam olmaz. Stalker, yapımı beş yıl sürmüş ve geçen sene piyasaya çıkmış olan bir FPS oyunu. Çernobil nükleer enerji santralini de kapsayan bir bölgede geçiyor, zaten bölgenin adı "Bölge" (Zone). Bizzat 1979 yapımı Andrei Tarkovsky filmi olan Stalker'la bu gibi benzerliklerinin mevcut olması ayrı bir güzellik.

Oyunun özellikleri arasında fazlasıyla gerçekçi detayları olması, ışık ve gölge oyunlarının muhteşem yapılmış olması ve mutlaka her oynayışımda bir iki kez "Ananı!" diye zıplamama sebep olacak şekilde korkutucu olması geliyor.

Oyun oynamayı düşünenler için faydalı olacağını düşündüğüm püf noktalar rehberini yakında blogumda yayınlamayı düşünüyorum. Merak edenler takipte kalsın...

3 Nisan 2008 Perşembe

Güncel: Ekonomi

Efendim tanıyan tanır bilen bilir, az buçuk ekonomist oluyorum ben. Hani ekonomiye büyük bir aşk beslediğim söylenemez belki ama madem vazifemizdir, konu hakkında iki gıdım bir şey yazayım dedim. Belki birilerinin işine yarar.

Amerikanın faiz indirimleri ve yaptığı diğer yardımlar küresel ekonominin kan kaybını durdurmuyor, takip edeniniz varsa bilir. Bizim ekonomimiz her ne kadar genel olarak dünyada yaşanan bu sarsıntılardan etkilenmiyor gibi görünse de, borsanın 50000'lerden 39000'lere düşmesi ve doların ip atlar gibi dalgalanması aslında ciddi sinyaller veriyor. Sağ olsun, yapılan hataları ve yanlışları gizlemekte pek başarılı bir hükümetimiz var. Dünyada yaşanan ekonomik çalkantıya karşı hiç tedbir almıyorlar, haberiniz olsun.

Sonuç olarak şu an yaşanan hayvansal boyuttaki kayıpların acısı birkaç ay sonrasından itibaren 2008 boyunca ortaya çıkacaktır. Aslında şimdiden ortada...

Neyse bu kadar yeterli sanırım.

Oyun: Need for Speed Carbon

"Yahu bu oyun çıkalı iki yıl oldu" demeden önce belirtmek istiyorum, sadece yeni eserleri ve ürünleri ele almayı düşünmüyorum blogumda. Zaman zaman, kafama estikçe geçmişe gidip hoşuma giden herhangi bir şey hakkında yorum yazabilirim. Ben Tosunpaşayım, her şeyi yaparım.

Bu aralar yine oynuyorum, hem grafiksel hem de sürüş zevki açısından acayip tatmin eden bir oyun. Hatalarına ve kusurlarına rağmen zevkten kıvranarak oynuyorum. Tamam bu son cümle abartı oldu.

Hala oynamayan ve içinde ukte kalan varsa, çekinmesin oynasın. Ne demişler, "Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza!"

Film: [Rec]

Bizim vizyonda gösterime girer mi bilinmez, bugün bir film izledim. Film hakkında bilgi vermek yerine fikirlerimi belirteceğim, pek leziz olmuş. Tamam belki leziz doğru kelime değildi, çünkü vahşi bir film. Fakat başarılı, türünün güzel örneklerinden (hatta türünü bir adım ileri götürdüğü söylenebilir). İster müzikte ister sinemada, türü ne olursa olsun başarılı eserlere bir şans vermek lazım.

Ben filmi evde izledim ancak zaman zaman gerildiğim oldu ki gerilimin kaçınılmaz olduğu sahneler var. Sinemada izlense ne gibi sonuçlar olur bilmiyorum, diyecektim ki Youtube'da bu filmin galasında seyircilerin tepkilerini kameraya almışlar. Kitle halinde meksika dalgası gibi zıplıyor millet. İspanyolca olması da ayrı bir güzellik bence. Dilin ve kültürün etkileri zaman zaman görülüyor filmde.

Velhasılkelam, gerilmek istiyorsanız hiç çekinmeden izleyin.

Blogmak ya da Blogmamak

"Herkeşler yazıyor, benim eksiğim ne?" diyerek ben de nihayet yazmaya karar verdim. İnsanoğlu fırsat buldukça yazmalı aslında, sonradan okuyunca ders almak veya hiç olmazsa şöyle bir gülümsemek için. Ama benim de bir farkım olsun isterim. Mesela cümleye "ama" kelimesiyle başlanmaz biliyorum fakat bazen gerekli sanki, bağlaç olmaktan çıktığı anlar oluyor. Neyse.

Yazılarım sıradan bir günlük olmayacak, "Sevgili günlük, bugün çok güzeldi, yidik içtik eğlendik" yazmaktan ziyade aklıma geldikçe hayata dair fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Belki bir gün birilerinin işine yarayacak bir şeyler söylerim. Ne demişler... "Bazen fark yaratmak için tek bir insan yeter."