25 Ekim 2010 Pazartesi

Oyun: Medal of Honor

Gavurların FPS diye tabir ettiği, olayları karakterin gözünden yaşadığımız oyunlar "Call of Duty: Modern Warfare" ile yeni bir milat yaşamış oldu. Yıllardır İkinci Dünya Savaşı'nı işleyen Medal of Honor serisi de bu oyunla beraber, değişime ayak uydurmak zorunda kaldı.

Yeni Medal of Honor oyununu oynadığınız ilk bir saat içinde, MW kopyası olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Kritik bir mekana girildiğinde zamanın yavaşladığı sahnelerden, takım ruhuna dayalı ilerleyen oynanışa kadar birçok öğe size MW oyunlarını hatırlatacak.

Lakin sabırlı olup oyunu bitirmeye niyetlenirseniz çok güzel ve gerçekçi bir operasyonu, çeşitli açılardan (ki helikopter kullanarak mermi yağdırdığınız bir bölüm bile var) deneyimleme şansınız oluyor.

Medal of Honor, Call of Duty serisine göre fazlaca terörist öldürmeye dayalı bir oyun olmuş. Bazen tek bir siper noktasından yüze yakın düşmanla savaştığınız olacak (Özellikle Shaikot vadisinde yaşanan kapana kısılma macerası gerçekten soğuk terler döktürüyor). Bu açıdan Medal of Honor hala bir savaş oyunu olmayı sürdürüyor, Modern Warfare serisinde taktiğe dayalı operasyonlar ön plandaydı.

Medal of Honor, size tek bir operasyon sunuyor. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu size bırakıyorum, çünkü Modern Warfare her biri başka bir diyarda geçen operasyonlardan oluşuyordu ve zaten kısa olan oynanış süresi yüzünden bazı bölümlerin tadı damakta kalıyordu. Medal of Honor ise, aynı şekilde kısa olmasına rağmen tek bir operasyonla dağda taşta terörist avlamaya doyuruyor insanı. Özellikle sonuna doğru derinleşen hikayesi ne yazık ki başlangıçta çok sığ ilerliyor, bu da önyargıları olan insanların çokluğu açısından felaket bir durum.

Adeta oyunu övmüş gibiyim, biraz da yerden yere vurmalıyım. Medal of Honor, baştan sona sınırları fazlaca belli eden, her tarafın görünmez duvarlarla kaplı olduğu; küçük bir hendekten aşağı atlayamadığınız ve bu sebepten dolayı aşağı inmek için patikayı kullanmaya zorlandığınız bir oyun. Modern Warfare serisinde sınırlar varsa bile bu denli belirgin ve bunaltıcı değildi, küçük bir taş parçasının üzerinden atlayamamak insanı çileden çıkarıyor bazen.

Aynı şekilde Modern Warfare serisinde ayarında ve ustaca kullanılmış grafikler varken, Medal of Honor zaman zaman tuhaf yansımalar, yeterince etkin kullanılmamış kabartma ve gölgeleme efektleriyle; birtakım grafik hileleriyle oyuncuyu aldatmaya çalışıyor. Modern Warfare'in ustaca kullanılan oyun motoru, ara sahneleri bile oyun grafikleriyle sunuyordu bize. Elbette bu söylediklerime rağmen, Medal of Honor gayet iyi görünüyor ve akıcı bir şekilde çalışıyor.

Burada en dikkat çeken nokta şu; Modern Warfare gibi daha ilk bölümlerinden sizi bir atom bombasının patlamasına şahit eden bir oyunu oynadıktan sonra, Medal of Honor yavan ve sıradan gelebilir ama Modern Warfare'i bir kenara koyup oynamaya koyulduğunuzda çok keyif alabileceğiniz bir oyun Medal of Honor.

21 Ekim 2010 Perşembe

Oyun: Dead Rising 2

Bu aralar piyasaya çok güzel bilgisayar oyunları çıkıyor aslında. Fırsat buldukça bu oyunları deniyorum lakin bazı dönemlerde buraya yazı yazmaya üşeniyorum veya yazacağım yazılar konusunda fazlaca seçiçi oluyorum.

Hal böyleyken bile görmezden gelemeyeceğim, yazmadan edemeyeceğim bir oyun var. Dead Rising 2. Neden iki, ilk oyuna ne oldu diyebilirsiniz; ilk oyun PC'ye çıkmadı ve ben hala bir PS3 sahibi değilim. İkinci oyunu PC'de deneme şansı buldum ve fazlaca keyif aldığımı söylemeliyim.

Dead Rising 2, zombilerin günlük yaşamın bir parçası haline geldiği bir dünyada geçiyor. Bunu, oyun başlar başlamaz iki yanına testere takılmış motosikletlerle zombileri biçtiğiniz bir gösteride yer almanızdan anlıyorsunuz. Daha sonra bu zombiler kontrolden çıkıyor ve maceranız başlıyor.

Oyunun amacı, ordu yardıma gelene kadar hayatta kalmak ve diğer hayatta kalanları bulup sığınağa getirmek. Daha önceden ısırılmış olanlar, zombiye dönüşmemek için üretilmiş olan bir ilacı her gün kendine enjekte etmek zorunda, karakterimiz Chuck'ın kızı da bu bahtsız kişilerden biri. Yani yaşam mücadelenize, kızınızı yaşatma mücadeleniz de ekleniyor.

Vasat bir televizyon filmi senaryosuna sahip bu oyunu ilginç yapan şey ise, elbette oyunun oynanış tarzı. Oyunun geçtiği mekanlarda onlarca hatta yüzlerce zombi var, hepsi de biraz yaklaştığınız an size saldırıyor. Siz de elinize ne gelirse silah olarak kullanarak onları öldürüyorsunuz. Bu "elinize ne gelirse" kısmı gerçekten takdire şayan, çünkü yazarkasalardan çöp tenekelerine, döner bıçaklarından kızılderili mızraklarına, ateşli silahlardan dinamitlere kadar her şeyi kullanabiliyorsunuz. Dahası bu silahları belirli şekillerde birleştirebiliyorsunuz, örneğin çift yönlü rafting küreğinin uçlarına elektrikli testereler bağlayarak dehşet saçmanın tadına doyulmuyor.

Bütün bunların yanına, gaza getiren müzikleri ve seyiri keyifli grafikleri de eklersek gerçekten bağımlılık yaratan bir oyun çıkıyor karşımıza. Dead Rising 2, kusurlarına hatta saç baş yolduran özelliklerine rağmen (ki sırf oyunu deneyin diye onlardan bahsetmiyorum) saatlerce oynanabilecek, sizi oldukça eğlendirebilecek bir oyun.

Verdiğim puan da 8/10. Deneyin!

8 Ekim 2010 Cuma

Film: Machete

Aslında Machete karakterinin özü eskilere dayanıyor, Desperado filminde yine Danny Trejo tarafından canlandırılan soğukkanlı bıçakçıyı hatırlarsınız. Tabii o filmdeki karakter kısa zamanda hakkın rahmetine kavuşuyordu, fakat yapımcı ve yönetmen Robert Rodriguez tiplemeyi öyle beğenmiş olmalı ki, birkaç yıl önce Grindhouse filminde sahte bir fragman ile Machete karakterini yarattı.

Machete kesinlikle meymenetsiz suratına ve iri yarı cüssesine hayran kalacağınız bir figür. Bön bön bakması ve başladığı her işi bitirmesi Machete'nin başlıca özellikleri.

Ucuz filmlerde kullanılan her türlü öğenin (vahşet ve cinsellik) kasıtlı olarak abartıldığı bu enteresan yapım, kimi vahşi sahnelerde gülmenizi bile sağlıyor (ağzınızla olmasa bile). Tarzı sevenler için (ki böyle bir tarz varsa) eğlenceli bir seyirlik. Neredeyse saçmalık. Ama "Adamlar ne biçim film çekmiş" dedirtecek kadar eğlenceli!

Puan olarak da 6/10 veriyorum bu çılgın filme. "Machete don't text!"

Oyun: Condemned - Criminal Origins

Condemned, birkaç sene evvel piyasa sürülmüş olan bir FPS oyunu. Özelliği ise, cinayetle suçlanan bir FBI ajanı olarak bir yandan kriminoloji cihazlarıyla araştırma yaparken diğer yandan saldırganlarla savaşmak. Bu savaşı ilginç yapan da, silah olarak etrafta bulduğunuz hemen her şeyi kullanabilmeniz.

Peki bu lineer, ikinci sınıf televizyon filmi tadındaki senaryoya sahip oyunu neden onuncu kez oynuyorum? Çünkü gaz borusu, levye, metro levhası veya dolap kapağı kullanarak adam dövmeye doyamıyorum. Psikopat olabilirim lakin Condemned, nefes kesen yakın dövüş sahneleri için bir kere denemeniz gereken bir oyun.

Ayrıca Condemned 2, sadece Playstation 3 ve Xbox 360 için piyasaya sürüldü. PC'de oynamak hala nasip olmadı. Çok içimde kaldı bu. Bir gün ben de PS3 alacağım.

7 Ekim 2010 Perşembe

Film: Predators

Predator, çocukluğumda beni etkilemiş bilimkurgu filmlerinden biridir. Çocukken aklımızın sadece "Arnold Civardagezer oynuyor hacı, çok süper film" diye yorumlamaya yettiği film; hayatta kalma içgüdüsünü, kaçan veya kovalanan olma psikolojisini, heyecanlı ve bir o kadar da yalın bir şekilde anlatan filmlerden biri olmuştur. Film aynı zamanda, uzayda varlığını sürdürüyor olabilecek diğer yaşam formlarının bile bir vicdan muhakemesine sahip olabileceğine dair umudumuzu pekiştirir; Predator savunmasız ve silahsız insanlara zarar vermiyordu (Hatta Danny Glover ile çekilen devam filminde, hamile olduğunu fark ettiği kadını öldürmekten vazgeçiyordu).

Aslında ilk filmi anlatan oldukça uzun bir giriş paragrafından sonra, yeni çekilen Predators filminden bahsetmek istiyorum. Aslında söyleyebileceğim fazla bir şey yok, çünkü fazlasıyla ilk filmin mirasından yiyerek ayakta kalmaya çalışan bir film olmuş Predators. Dikkatli izlerseniz, henüz göremedikleri Predator'ün varlığını ilk sezdikleri sahne ve hatta orada kullanılan müzik bile ilk filmdeki sahneyle birebir benzerlik taşıyor. Orijinale sadık kalmak ile orijinale sığınmak arasındaki farkı ayırt edebilmek gerek.

Bunun dışında filmin genel olarak sağlam bir iskeleti olduğunu söyleyebilirim, savaşçı ruhlu bir dizi karakterin av amacıyla seçilmiş olması güzel bir fikir. Lakin kemiklerinin iri olması, kişinin illa ki kaslı olduğu anlamına gelmez; yani bu sağlam iskeletin üzerinde hantal bir işleyiş sunuluyor önümüze. Bununla birlikte, başrol için Adrien Brody'nin seçiminin fazlasıyla deneysel kaçtığını düşünüyorum.

Sözün özünde, filme puan olarak 5/10 veriyorum, o da ilk filmin hatırına. Hatırda kalacak fazla sahnesi olmayan, orta karar bir yapım olmuş Predators. Sadece hayranlarına tavsiye edilir!

Oyun: Deus Ex

İnternetten ve ana bilgisayarımdan uzak kaldığım bir hafta geçiriyorum. Bu süreçte oyalanmak için bir oyun oynamak istedim ve bundan on yıl önce piyasaya sürülmüş olan Deus Ex oyununda karar kıldım. Deus Ex öyle bir oyun ki, henüz eğitim bölümündeyken bir robotun makineli tüfek saldırısına uğrayıp bacaklarınızı kaybedebiliyor, zar zor bir duvarın arkasına saklanıyor ve kısa bir süre sonra yine aynı robot tarafından öldürülebiliyorsunuz; bu da "Başlarım böyle oyuna!" diyerek bilgisayarınızı kapatmanıza sebep olabiliyor. Nitekim bu oyunu oynamakta bu kadar gecikmemin sebebi budur; başlangıçta öyle çok detaya boğuluyorsunuz ki sabretmezseniz alışamıyorsunuz.

Ancak alıştıktan sonra Deus Ex çok keyifli bir macera halini alıyor; bilgisayarlar sistemlerinin içine sızıp turret'lerin düşmanlara saldırmasını sağlayabiliyor, güvenlik kameralarını etkisiz hale getirebiliyor, yeteneğiniz elverdikçe bütün kilitli kapıları açabiliyor ve bir hedefe birden fazla yolla ulaşabiliyorsunuz. Bu saydıklarım bugün sıradan gelebilir ama on yıl önce Tomb Raider 3 vardı, Quake II vardı, Fifa 2000 vardı. 

Unreal grafik motoruyla yapılmış ve böyle bir oynanış vadeden Deus Ex, şimdi bile emektar laptopunuzda denenmeyi hak eden bir oyun.

5 Ekim 2010 Salı

Film: Minority Report

Hep yenileri mi yazacağız? Nostalji de lazım bazen, lakin Azınlık Raporu çok da eski bir film sayılmaz. Spielberg'in yönettiği bu güzide filmi tekrar izledim. İlk izlediğimde lisedeydim. İnsan ne kadar büyüdüğünü, ne kadar olgunlaştığını da bir filmi yıllar sonra tekrar izleyince anlıyor! Spielberg'in mübarek ellerinden öpüyorum bilimkurgu dünyasına kazandırdığı bu film için.

Filmde herhangi bir mantık hatası olduğunu düşünenler, birkaç yıl sonra filmi tekrar izlesinler (!) diyorum ve sözümü noktalıyorum.

Film: Vavien

Engin Günaydın da, Binnur Kaya da güçlü potansiyel barındıran oyuncular. "Sen kim oluyorsun da böyle bir yorum yapıyorsun?" diyen olabilir muhakkak, çünkü ben ikisini de harikalar yarattıkları bir rolde görmedim (Düşünün, Avrupa Yakası'nı da bu yorumun kapsamına dahil ediyorum!). Bir karakterin bütün ülkeyi güldürebilmesi oyunculuk kalitesiyle doğrudan bağdaşan bir şey değildir, bunu akılda tutmak lazım.

Gelelim Vavien filmine. Oldukça ilginç, merak uyandıran bir işleyişe sahip bir film Vavien. Hatta belli bir yere kadar, neredeyse sonuna kadar beklediğimden çok daha iyi olduğunu gösterdi.

Ama sonu? Sonu olmadı. Burada sinematik bir eleştiri yapabilecek durumda değilim, içgüdülerimle konuşuyorum, "Bu filmin sonu olmuş" diyebilseydim derdim. Diyemiyorum.

Yine de güzel film Vavien. Çok şey anlatıyor, güçlü anlatıyor. Benim sana puanım 6/10 kanka.